Ermeni Soykırımı ya da tehciri, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni halkına yönelik gerçekleştirilen sistematik ve kitlesel bir soykırım ya da tehcir olarak kabul edilir.
Bu olaylar, 1915-1923 yılları arasında gerçekleşti.
Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri yenilgisi ve içsel sorunlarla boğuştuğu bir dönemde, Osmanlı yetkilileri, Ermeni halkını 'ülkenin güvenliğine tehdit' olarak gördüler ve Ermeni nüfusuna karşı toplu katliamlar, sürgünler ve zorunlu göçler gerçekleştirdiler.
Soykırım sırasında, yüz binlerce Ermeni öldürüldü veya zorlu koşullarda göç ettirildi. Bu olaylar uluslararası toplumda büyük ölçüde tanındı ve birçok ülke, soykırımı resmen tanıdı. Türkiye ise bu olayları reddetmekte ve bunları "Ermeni isyanları" veya savaş sırasındaki olağan askeri hareketler olarak görmektedir.
Gazeteci-yazar, analist Nevzat Onaran, ‘24 Nisan Ermeni Soykırımı’na ilişkin bir yazı kaleme aldı.
Gazeteci-yazar, analist Nevzat Onaran'ın Dilop dergisinde daha önce yayınlanan "Hamidiye’den 24 Nisan’a" başlıklı yazısı şöyle:
"Hamidiye Alaylarından, 24 Nisan 1915’e ve Türk Kurtuluş Savaşı’na… Hedef Anadolu’yu İslamlaştırmak ve Türkleştirmekti. Gayri Türk ve gayri İslam milletlerin tasfiyesiyle, Türkiye’nin demografik yapısı yüzde 99,9 İslamlaştırıldı. Oysa değil 1850’lerde, 1914’te bile Hıristiyanların (ve Musevilerin) nüfus payı yüzde 20’ydi.
Türk devletinin resmi kurucusu Mustafa Kemal’dir (Atatürk), ama Abdülhamid ve İttihatçıların Talât’ı da görmezden gelinemez. Anadolu’yu İslamlaştırmak amacıyla Ermeni milletini (ve Hıristiyanları) tasfiye politikasını temellendiren Abdülhamid’dir; seferber edilen de Hamidiye Alaylarıdır. Talât, 1913-1914’ten ve Mustafa Kemal de 1919-1920’den itibaren Anadolu’yu İslamlaştırmak/Türkleştirmek politikasına aynen devam etmiştir.
1910’larda Ermenilerle birlikte, Rumlar ve diğer gayri İslam milletler (Süryaniler vesaire) de hedef kapsamındadır. Bunun sonucu olarak 1914’ten 1923’e en iyimser tahminle 2,5 milyon Ermeni ve Rum canıyla-malıyla tasfiye edilmiş ve on binlerce mülküne çökülmüştür. Ardından Trakya da İstanbul da temizlenmiştir.
Böylesi politik birliğin ve devamlılığın sonucu olarak Türk devletinin üç kurucusu, Abdülhamid, Talât ve Mustafa Kemal’dir. Talât, Abdülhamid’in ve Mustafa Kemal de Talât’ın yolundan gitmiştir.
Üçünün esas aldığı kurucu unsur, dinen Sünni İslam ve milleten Türk’tür. Bunun içindir ki, en hakiki TC vatandaşı, Sünni-Türk’tür.
Dönemsel olarak Türk ve İslam’ın ‘sentez oranlarında’ farklılık vardır. Abdülhamid’e göre, İslam-Türk ve Talât ile Mustafa Kemal’e göre de Türk-İslam’dı. Sentezdeki önceki unsur, sonrakine kıyasla baskındır.
ALAYLARLA, ‘İÇ YENİDEN FETİH’ HAREKÂTI
Türk milliyetçiliğinin 1912-1913 Balkan Harbi sonrasının politik hareketi olduğunda fikir birliği vardır. Bu tespite, şüpheyle yaklaşmaktayım; Osmanlı devlet egemeninin ne olduğu belli değilmiş gibi anlatım, kanlı tarihi perdelemenin ötesinde bir anlamı yoktur.
Osmanlı da İngiltere ve Rusya gibi bir sömürgeci imparatorluktu. Sünni İslamcıların ve Türkçülerin Osmanlı’nın öyle olmadığı iddiası gülünçtür. Osmanlı’nın merkezi diliyle fethettiği ve literatür açısından işgal ettiği her karış toprağın demografik yapısı egemene göre değiştirilmiştir. “Osmanlı’nın hoşgörüsü” söylemi laf salatasıdır.
1461’de işgal edilen Trabzon’un nasıl Sünni İslamlaştırıldığı için Heath W. Lowry’in doktora tezine bakmak yeterlidir.
Bugünün Balkanlarda İslam adacığı konumunda olan Bosna 1463’te ve Hersek 1483’te işgal edildiğinde, büyük olasılıkla Hıristiyan’dı. Zamanla Bosna ve Hersek de Trabzon gibi İslamlaştırıldı.
Zaten Osmanlı’da egemen/hâkim millet İslam, mahkûm millet ‘ötekiler’ olarak sınıflandırması her şeyin yalın ifadesidir.
17. yüzyıldan itibaren yeni sahalar işgal edemeyince tıkanan Osmanlı Saray sisteminin, 19. yüzyıldaki varlık-yokluk derdi, ayağa kalkan sömürge milletlerdi.
Tanzimat’a Türk modernizmi denilerek aktarılması da esasın perdelenmesidir. Çünkü, Tanzimat Osmanlı bürokrasisinin, ayağa kalkan Hıristiyan milletlerini düzen içinde tutmanın politikasıydı. Tanzimatla, hâkim ve mahkûm millet ‘ötekiler’ ayrımı kaldırıldı ve eşitlik hedeflendi. Böylece Sarayın kulu olan Osmanlı bireyi, ‘Osmanlı vatandaşı’ olarak kabul edildi. Bunu gereği Osmanlı Vatandaşlık Kanunu 1869’da yürürlüğe kondu.
Her şeye rağmen Osmanlı Saray sisteminin idari, mali, askeri krize karşı ‘çözüm’ politikası yeterli olamadı ki, 1875’te maliyesi iflas etti. Ve 1878’de Osmanlı, Rusya savaşı ardından Balkan milletleri de zincirini koparttı. İlk kopartansa 1821’de Mora’ydı.
Abdülhamid’in Balkanlar için yazdığı yeterli beyandır: “İdaresi güç olan ve millî gücümüzü yiyip bitiren Balkan devletlerini [milletlerini] kaybetmiş olduğumuza üzülmüyorum. Ne kadar küçülür, teksif olursak o kadar kuvvetlenir ‘hastalık’tan kurtuluruz. Dahilde kuvvetlendiğimiz gün, Avrupa devletleri, o kadar alay ettikleri ‘hasta adam’ın iyileşip, kuvvetli adam haline geldiklerini göreceklerdir.”
19. yüzyılın son çeyreğinde, Hıristiyan milletlerden gayrı Sarayın dindaşı/İslam milletleri Araplar, Arnavutlar ve Kürtler de ayaktadır. 1880’de Ubeydullah hareketi sonrasında, 1898’de Kahire’de Kürdistan adında gazete bile yayımlanmıştır.
İslam milletlerden askeri eleman yetiştirmek amacıyla Aşiret Mektepleri de 4 Ekim 1892’de açılmıştır.
Osmanlı’da Hıristiyan ve İslam milletler ayağa kalkmış ve milliyetçilik kasırgası eserken, sadece Türklerin halen uyuduğu anlatımı, sömürgecilik ilişkisini ve Abdülhamid’in İslamcı politikasını maskelenin ötesinde bir anlamı yoktur.
Türk milliyetçiliği, devlete/Saray’a egemen milliyetçilik olduğu için perdelenmektedir; yapılan da budur. Benzer durum 1910’lar için de geçerlidir.
Zaten o yıllarda Türk bilinmez de değildir. 1850 sonrasında Türkçe dili ve Türk tarihi özelinde yayınlar artmıştır. Şerif Mardin, dönemi “Kültür Türkçülüğü” olarak tanımlamıştır. Ve Türkçe, 1876 Anayasası’nın resmi dilidir (madde 18).
Türkçülüğün kültürü, politikasını da üretmemiş olamaz!
19. yüzyılın son çeyreğinde Halife Abdülhamid bir yandan “İslam, İslam” diye feryat figan ederken, öte yandan devleti de yapılandırıyordu. Dönemi analiz eden François Georgeon, Abdülhamid’in Anadolu’da ve Arap vilayetlerinde, devleti merkezileştirmek ve bütünleştirmek amacıyla “iç yeniden fetih” hareketine giriştiği tespitinde bulunmuştur. Sonrasını anlamayı kolaylaştıracak önemli bir tespittir.
Anadolu’yu ‘yeniden’ fethinde, öncelikli hedef millet Ermenilerdi.
Ara not: Koçgiri harekâtını unutmadan 1920’ler ortasından itibaren üç umumi müfettişlikle kolonyal sistem oluşturulan Şark’ta, Islahat Planı Harekâtı da aynı türdendi; ‘iç yeniden fetih’ harekâtıydı.
1878’de Berlin’de imza attığı antlaşmanın gereği olan Ermenilerle ilgili reformu yapmayan Abdülhamid, 1894’te Sasun’u ve 30 Eylül 1895’te 1’inci maddesi “can ve mal güvenliği” olan talepler listesini Babıali’ye sunma yürüyüşünü bastırmasının ardından, 17 Ekim 1895’te Ermeni ıslahat paketini imzaladı. Fakat imzanın mürekkebi kurumadan, Sünni Kürt aşiretlerden teşkilatlandırdığı Hamidiye Alaylarını seferber etti.
Birine göre 64-65 ve diğerine göre 55 alay sahadadır. Şeyh Said hareketi gerekçesiyle 1925’te idam edilen Cibranlı Halit’in, aşiretinin de üç alayı vardır.
Le Figaro, 1896-1897 yıllarında, 300 bin Ermenin imha edildiğini yazdı.
300 bin Ermeni’nin öldürüldüğü abartılı bulunsa da hedefe yaklaşılmıştır, Ermeniler can pazarındadır. Selim Deringil’in çalışmasından okuyoruz ki, bu yıllarda Ermeniler, canını kurtarmak için değil birey, köy köy İslamlaşmıştır. Ermenileri ‘iç yeniden fetih’ harekâtı, Türk devletine giden yoldu.
Abdülhamid, ne yaptığını bilmektedir: “Ermeni katliamı gibi halkın içinden doğan infiale karşı, hükümetimizin kudretsiz olduğu […]”
Beş yıl öncesinden Abdülhamid’in ne yapacağının şahidi de vardır. Macaristan’dan Türkolog Arminius Vambery, bizzat ağzından duyduğunu raporlaştırdı: “Yakında Ermeni meselesini halledeceğimi söylüyorum size. Onlara öyle bir tokat atacağım ki canları yanacak ve ihtilalci hırslarından vazgeçecekler.” Ne tesadüf, iki gün sonra da Hamidiye Alayları [1891] kurulmuştur.
“Hâkim millet biz Türkler” diyen Abdülhamid, Anadolu’yu İslamlaştırmak için kime ne yaptırdığını da bilmektedir: “Rumeli’de ve bilhassa Anadolu’da Türk unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvel de içimizdeki Kürtleri yoğurup kendimize mal etmek şarttır.”
19. yüzyıl sonunda hedefe ulaşılmıştır: Osmanlı nüfusunu analizi eden Kemal Karpat, 1900’lerde kimliğin Türk olarak netleştiğini yazmıştır.
İTTİHATÇILAR, ABDÜLHAMİD YOLUNDA
İttihat ve Terakki, Abdülhamid’in istibdadına karşı Ermeni devrimcilerle birlikteydi. 1913 Ocak darbesiyle iktidarın tek partisi olarak devrimci çizgisinden uzaklaşan İttihat ve Terakki, Abdülhamid’in Anadolu’yu İslamlaştırmak için Ermenileri (ve Hıristiyanları) tasfiye politikasının takipçisi olacaktır.
1908 Temmuz sonrasında İttihat ve Terakki ile Taşnaktsutyun’un (Ermeni Devrimci Federasyonu) Ermeni sorunu müzakeresi umutlu başlarsa da sonuç hüsrandır.
Tarık Zafer Tunaya’ya göre, İttihat ve Terakki, “1911’den itibaren programını Türkçüleştirmiş” ve Sadrazam Mahmut Şevket’in (12.6.1913) öldürülmesinden sonra, “Osmanlıcılıktan Türkçülüğe kaydırdığı ideolojisi de tektir ve resmileşmiştir.”
Ekim 1913’teki kongrede adem-i merkeziyeti (yerinden yönetimi) reddettiğini programına yazan İttihat ve Terakki, sonraki kongre raporunda “Türkçü ve devletçi” olduğunu da beyan etmiştir.
Politikasında değişikliği 1913’ten itibaren netleştiren İttihatçılar, hükümet olarak 8 Şubat 1914’te Ermeni reform paketini imzalamıştır, ama Abdülhamid gibi imzasına sahip çıkmamıştır.
Ermenilerden önce Rumlar, hedefteydi. 1913 sonu ve 1914 başında İttihatçı hükümet, İslam muhacirlerini Ege ve Marmara kıyısına iskânı için bölgedeki Rumları kovaladı. Celâl Bayar, Rumların Ege’den temizlenmesinde neler yapıldığını detaylı yazmıştır.
Osmanlı-Almanya ittifak antlaşmasının imzalandığı 2 Ağustos 1914’ten itibaren hedefte Ermeniler vardır.
Ağustos 1914-24 Nisan 1915 dönemini özetliyorum:
1- Seferberliğin ilanıyla 5 Ağustos’ta her milletten Osmanlı gibi 45 yaşına kadar olan tüm Ermeni erkekleri de askere alındı.
2- 6 Eylül 1914 tarihli şifreyle Ermeni milletinin liderlik yeteneği olanlar izlenmeye başlandı.
3- Eylül 1914’ten itibaren yazışmaların dilinde düşmanın öznesi, Ermenilerdi.
4- Altı ay sonra 28 Şubat 1915’te nazır Talât’ın resmi beyanı: “Ermeniler, iç düşmandır.”
5- 11 Kasım’da harbe giren Osmanlı, 4 Ocak 1915’te Sarıkamış’ta Rusya’ya yenildi.
6- Kasım’da, Bitlis, Erzurum ve Van valisinin nazır Talât’la yazışmasında “Ermenilere ne yapılacağında” irade birliği sağlandı.
7- 1 Aralık 1914’te Erzurum valisinin şifresinden öğreniyoruz ki, İttihat ve Terakki Merkez-i Umumi “Ermeni ihtilalinin önüne geçmek” amacıyla aldığı karar, Van ve Bitlis’e iletildi: Ermeniler toprağından kovalanacaktır.
8- 25 Şubat 1915’te Ermeni askerler silahsızlandırıldı.
9- 4 Mart 1915’ten itibaren geçici kanunla mahkûmlardan çeteler oluşturuldu ve cepheye sürüldü. Altı yıl sonra bu mahkûmlar, TBMM kanunuyla affedildi.
10- 19 Nisan’da Erzurum Valisi Tahsin [Uzer], Van ve Bitlis valiliklerinden aldığı bilgiyi değerlendirdi: Van’da Ermeni ihtilali başladı. Ermeni meselesi halledilmelidir.
11- 16/17 Mayıs’ta Rus işgali öncesinde Van, Kayseri, Diyarbakır, Elazığ, Maraş, Adana, Eskişehir, Urfa, Samsun, Edirne’den gelen raporlardan anlaşılıyor ki, devletin saha hâkimiyeti tamdır.
12- Van’da 3. Ordu’ya göre, şehirde sıkıştırılan Ermenileri tasfiye edecek askeri güç vardır. Rusya, 19 Mayıs’ta Van’ı işgal etti.
Zafer bekleyen İttihatçı hükümet, Rus işgalinin ardından “iç düşman”da yoğunlaştı.
Osmanlı’nın hiçbir evrakında, Ermeni isyancıların kontrolünde olup, devlet gücünün giremediği sahadan bahsedilmez; devlet her yerde hâkimdir!
TALÂT: ÖNCELİKLİ HEDEF LİDERLER
24 Nisan 1915’te öncelikli hedef, Dahiliye Nezaret’nin 6 Eylül 1914 tarihli “Ermeni liderleri takip et” şifresiyle izlenenlerdi. Dahiliye Nazırı Talât ile Harbiye Nazırı Enver’in hazırladığı 24 Nisan şifresi, Abdülhamid’in 1890’larda başlattığını tamamlamanın temel adımıydı.
Şifre Erzurum, Edirne, Ankara, Bitlis, Diyarbekir, Trabzon dâhil pek çok vilayete gönderildi. Hedeftekiler liderlik yeteneği olan Ermenilerdi. Devamı şifrelerden anlaşılıyor ki bir plan-program icra ediliyordu; o kadar detaylıydı ki, Ermeniler, sadece yerinden, yurdundan edilmedi; malına ve mülküne de el kondu.
Şifrede verilen emir:
1 - Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Taşnaktsutyun ve diğer partilerin bütün şubeleri derhal kapatılacaktır.
2 - Parti şubelerindeki bütün evraka ve vesikalara el konacaktır.
3 - Parti yöneticileri, Ermenilerin önde gelenleri, bilinen önemli Ermeniler hemen tutuklanacaktır.
4 - İkametlerinde oturmaları sakıncalı görülenler gözaltına alınacak ve firarlarına imkân verilmeyecektir.
5 - Bazı mahallerde silah aramasına başlanılacaktır.
6 - Her türlü ihtimale karşı ilgili kumandanlarla görüşülecek ve derhal uygulamaya geçilecektir.
7- Evrak ve belgeleri inceleme ve araştırma sonucunda tutuklanan şahıslar Divanı Harplere sevk edilecektir.
8 - Kaç kişinin tutuklandığı bildirilecektir.
Hitler de 24 yıl sonra aynı adımı atmıştır. 12 Ekim 1939’da Polonya Genel Valisi Hans Frank’a şu emir verilmiştir: “Polonya’da liderlik yeteneği olanlar tasfiye edilmelidir.” Bunun gereği 3500 Polonyalı aydın imha edilmiştir.
Yakalama furyasına İstanbul’dan başlandı, yüzlerce Ermeni tutuklandı Çankırı ve Ayaş’a sürüldü. Ermenilerin toplumsal önderi partili-partisiz yazarı, gazetecisi, doktoru, mimarı, mühendisi, müzisyeni her ne varsa tutuklanmış ve sürülmüştür; çoğundan da haber alınamamıştır.
Bir evraka göre İstanbul’da 610 kişi tutuklandı, tek tek isimleri bellidir.
Nesim Ovadya İzrail’in çalışmasına göre, İstanbul’da Ermeni aydınlardan 250’si tutuklandı ve bunların 158’i Çankırı’ya ve 92’si Ayaş’a sürüldü: 174’ü öldürüldü. 1908 sonrasında Mebusan’a seçilen 22 Ermeni mebustan 6’sı (Krikor Zohrab, Hovhannes Serengülyan (Vartkes), Dr. Nazaret Dağavaryan, Isdepan Çıracıyan, Onnik Tertsakyan (Arşag Vramyan) Dr. Garabet Paşayan) öldürüldü, Hampartsum Boyacıyan da idam edildi.
Diğer kentlerdeki operasyon hakkında bilgimiz yok denecek kadar azdır.
Sosyolog Michael Mann’in analizine göre, liderlik yeteneği olanların tasfiyesi, siyasikırımdır; 1965-1966’da Endonezya’da askeri diktatörlük 500 bin komünisti öldürmüştür.
24 Nisan da bir siyasikırımdır; liderlik yeteneği olan Ermeniler imha edilmiştir.
Dersim’de de böyle olmuş, liderlik yeteneği olanlar tasfiye edildikten/siyasikırımdan sonra, 1938 Devletin Dâhili Harbi planlanmıştır. Liderlik yeteneği olanlar listelenmiş, teslim olmaları istenmiş, kimisi yakalanmış, kimisi öldürülmüş ve 15 Kasım 1937’de Seyid Rıza’nın yoldaşlarıyla idamı sonrasında ‘1938 harbi’ hazırlığına başlanmıştır.
Ermeniler, 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu ile kitlesel olarak sürülmeye başlanmıştır. İddia edildiği gibi sadece Rusya ile savaş bölgesinden değil, İzmit’ten, Kastamonu’dan, Edirne’den, Ankara’dan ve Bursa’dan da sürülmüştür, Ermeniler.
Genelkurmay çalışmasında 413.067 ve nazır Talât’ın özel defterinde 924.158 ve valilik raporlarında 422.758 ve 17 Aralık 1916’da Sadrazama sunulan evrakta 702.900 Ermeni’nin sürüldüğü yazıldı. Yapılan, literatürdeki tanımla bir sürgün değildir; Ermeniler millet olarak Suriye çölüne kovalanmıştır.
26 Eylül 1915 tarihli kanun, bazı talimatnameler ve şifrelerle, kovalanan Ermenilerin ve diğer milletten olanların malına-mülküne devlet adına el konmuştur. Malların transferi ve tapulama işlemlerine 1920’lerde de devam edilmiştir.
Talât, Abdülhamid’in başlattığını tamamladığını İttihatçıların iki önemli şahsiyeti Cavid’e (“Acı şey, uykuma giriyor, fakat memleket için zarûrî idi”) ve Halil Menteşe’ye (“İnsan yüreğinin dayanacağı bir şey değil, fakat ben onlara yapmasaydım, onlar benimkine yapacaktılar”) söylemiştir. Cavid’e göre, “Ermeni vilayetlerinde” yapılanlar imhaydı.
1915’te, Ermenilere 24 Nisan’dan itibaren neler mi yapıldı? 1- Yerinden, yurdundan kovalandı ve can pazarında kalan da Sünni İslamlaştı. 2- Malına, mülküne el kondu. 3- Tarihi ve kültürel varlığı imha edildi.
Üç maddelik fiil, soyu kırmak değilse nedir?"