Çeteler, İktidar ve Tekerrür Eden Tarih

Sosyal medyada bir arkadaşımın paylaştığı şu söz, ister istemez durup düşündürdü:

“Çete kanunlarıyla yaşadılar ve hüküm sürdüler. Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı.”[1]

Ahmet Hamdi Tanpınar’a atfedilen bu cümle, hem sert hem de tanıdık geliyor. Kaynağını tam olarak tespit etmek kolay değil; sosyal medyada dolaşan birçok alıntının gerçekliği gibi bu da tartışmalı. Yine de pasajın üslubu ve içeriği, Tanpınar’ın toplumsal ve siyasal eleştirileriyle örtüşüyor:

“Hükümet ekip işidir. İdare, korkunun ve suçun birbirine kenetlediği bir intifa çetesiydi… Cemiyetin ve rejimin hakiki mesnedi olan bütün bir orta sınıfı ezdiler, adeta ortadan kaldırdılar.”[2]

Bu sözleri bir kenara bırakıp bugüne baktığımızda, memlekette “çete” kelimesinin yalnızca mafya hikâyelerinde geçmediğini görüyoruz. Artık her alanda karşımıza çıkıyor: sahte diplomalar, usulsüz ehliyetler, kamu ihalelerinde yolsuzluk, tapu oyunları, vergi kaçakçılığı, altın ve döviz karaborsası, yasa dışı silah ticareti, sağlık raporu ve organ mafyası, sosyal medya dolandırıcılık şebekeleri… Liste uzadıkça uzuyor.

Bunlar yalnızca münferit suç ağları değil; aynı zamanda bir yönetim tarzının, bir “ekip çalışması”nın yansıması. Devletin bizzat hukuk kurallarını eğip bükmesi, anayasal kurumları etkisizleştirmesi, uluslararası yükümlülükleri keyfine göre askıya alması… Bu tutum, Tanpınar’ın bahsettiği anlamda, iktidarın kendisini “çete” konumuna yerleştirmiyor mu?

Yakın geçmişte Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli bir yetkilinin televizyon programında sarf ettiği şu sözler hâlâ hafızalarda:

“Hak etmeden işe girmek kul hakkıdır, ama girdikten sonra çalışarak kazanılan maaş helaldir.”

Bu ifade, “Çalıyor ama çalışıyor”un farklı bir versiyonu gibiydi. Böylece haksız kazanım, din ve ahlak perdesiyle meşrulaştırılmış oluyordu. “Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı” tespiti ise başlı başına ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemli.

Bu tablo karşısında “tarih tekerrürden ibarettir” sözü ister istemez akla geliyor. Namık Kemal’in asıl ifadesi ise daha tamamlayıcıdır:

“Tarih tekerrürden ibarettir; ibret alınsaydı tekerrür etmezdi.”[3]

Geçmişten ders alınmadığında, benzer koşullar yeniden doğuyor. Marx’ın 18 Brumaire’de yazdığı gibi:

“Hegel, büyük tarihsel olayların ve kişilerin iki kez ortaya çıktığını söylerdi: İlki trajedi, ikincisi komedi olarak.”[4]

Bunun nedeni sadece ahlaki körlük değil; üretim ilişkileri ve iktidar yapıları değişmedikçe, aynı çıkar grupları aynı yöntemlerle iktidarı yeniden kuruyor.

Bugün tanık olduğumuz şey, biçim değiştiren ama özü değişmeyen bir döngü: Çeteler yalnızca sokakta değil, devletin tam merkezinde. Ve tarih, bu koşullar değişmedikçe, tekrar tekrar sahneye konuyor.

---

Kaynakça:

[1]: Ahmet Hamdi Tanpınar’a atfedilen alıntı; kesin kaynak tespiti yapılamamıştır.
[2]: Ahmet Hamdi Tanpınar’a atfedilen alıntı, muhtemelen Yaşadığım Gibi veya benzeri eserlerinden; kesin sayfa bilgisi bulunmamaktadır.
[3]: Namık Kemal, Evrak-ı Perişan, 1884.
[4]: Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, çev. Sevan Nişanyan, İstanbul: Belge Yayınları, 2004, s. 15.
{ "vars": { "account": "G-Z64XNY337Y" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }