Tatar gitti, Özel sevindi… Erdoğan temkinli
Bir önceki yazımızı şöyle bitirmiştik:
“Bakalım anketlerin dediği gibi Tatar gidecek, Erhürman mı gelecek? Göreceğiz.
Ama şimdiden belli olan şu: Tatar giderse Erdoğan üzülecek, Özel sevinecek — halkın kaderi yine aynı ellerde kalacak.”
Nitekim öyle oldu.
Tatar gitti, Özel sevindi.
Erdoğan üzüldü mü, üzüldüyse ne kadar üzüldü, bilmiyoruz.
Üstelik ortağı “tiz ilhak edilsin, plaka da 82 olsun” derken, Erdoğan bu kez temkinli, neredeyse “normal” bir açıklamayla yetindi.
TEPKİ SANDIĞA TAŞINDI
Seçimin hemen ardından Evrensel için yaptığım söyleşide bir emekli subay şöyle demişti:
“AKP’ye tepki duymak, Türkiye’nin devlet politikalarına karşı olmak anlamına gelmiyor. Eleştiriler sınırlı; sistemin kendisine dokunmuyor.”
Aynı kişi, söyleşi sonrasında da şunu eklemişti:
“Türkiye’nin ‘iki ayrı devlet’ politikası, Rumları telaşlandırarak gerçekçi çözüm olan ‘federasyona’ razı etmek yönünde bir dış politika argümanı olabilir.”
Olur mu olur.
Kıbrıs’ta yaşayan bir dostum da benzer bir gözlemde bulunmuştu:
Erdoğan’ın Tatar için fazla çaba göstermediğini, işi oluruna bıraktığını, hatta “federasyonu savunan” yeni bir yüzün işine gelebileceğini söylüyordu.
Ona göre Ankara’dan gelen iki eski bakan destek değil, tam tersine bir “köstek” etkisi yaratmıştı:
“Biri eski asker, diğeri kirli işlerle anılan bir siyasetçi; bu destek değil, halkın sinir uçlarına dokunmaktı.”
Ve Kıbrıs’ın laik dokusunu hatırlatarak eklemişti:
“Burada halk öyle cübbeliyle, eski solcu türkücüyle ikna olmaz. Kıbrıslı kendi rasyonelini arar.”
Erdoğan bu sonucu da “fırsata” çevirebilir mi?
AKP ister Tatar’a açık destek versin ister geri dursun, inkâr edilemez bir gerçek var:
Ankara’ya duyulan tepki seçim sonucunu belirledi.
Peki Erdoğan bu sonucu da kendi lehine çevirebilir mi?
“Bu bize Allah’ın bir lütfu” dediğini hatırlıyor.
15 Temmuz’un nasıl bir “fırsata” çevrildiğini, OHAL ve KHK’larla toplumsal alanın yeniden dizayn edildiğini biliyoruz.
Bugün bile o KHK’ların gölgesi kalkmış değil.
Kıbrıs’taki yenilgiyi de benzer bir “yeni fırsat”a dönüştürme ihtimali AKP zihniyetine hiç de uzak değil.
Emekli subayın dediği gibi:
“Eğitimli ve aklıselim Kıbrıslı Türklerin tercihi kazandı.”
Ama o tercih, “Türkiye’nin haklarını reddetmeden” ülke çıkarını daha gerçekçi biçimde önceleyen bir anlayışı yansıtıyor.
Bağ(ım)lılık zinciri
“İki ayrı devlet” politikası, Rum tarafını federasyona razı etme stratejisinin bir parçası veya kozu olabilir mi?
Yakında görülecek.
Yeni Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman, Ankara’yla tam kopuş içinde değil; daha çok rasyonel bir denge arayışı içinde olacaktır.
Ne olursa olsun, bağ(ım)lılık gerçeği değişmeyecektir.
Kıbrıslı seçmen, Ankara’ya bağlı kalmakla onun gölgesinden çıkmak arasında gidip geliyor.
Erhürman’ın başarısı, bir “federasyon umudu” kadar belki de daha fazla bir “tepki oyu” olarak okunabilir.
Bahçeli ağzındaki baklayı çıkardı ama Kuzey Kıbrıs’a bir vilayet gibi davranan Kıbrıslı halkı "besleme" olarak gören AKP’ye duyulan tepki, seçimde açık biçimde sandığa taşındı.
Artık Ankara’nın dediğine göre oy vermek bir karşılık bulmuyor.
2020 seçiminde oynanan rol unutulmuş değil.
Her yeni hamle, halkta ters bir refleks yaratıyor.
“Kim gelirse gelsin, Türkiye’nin belirlediği çizgi değişmez” tespiti ise Gramsci’nin şu sözünü hatırlatıyor:
“Devlet sadece baskı değil, aynı zamanda rıza üretme aygıtıdır.”
Kıbrıs’ta da siyasal yapı, ekonomik bağımlılıkla birlikte yeniden üretiliyor.
Yine de halk, “yeni bir sayfa açılıyor” duygusuyla sandığa gitti.
Kıbrıs siyaseti bugün iki duygu arasında salınıyor: değişim arzusu ve sistemin sürekliliği.
Sandık bir başlangıç olabilir, ama yeterli değil.
Gerçek değişim, yalnızca isimlerle değil, bağ(ım)lılık zincirinin kırılmasıyla mümkün olacak nihayetinde.