Kuzey Kıbrıs’ta gazetecilere yönelik tehditler yeniden gündemde.
Özgür Gazete Yayın Yönetmeni Pınar Barut’un geçen hafta aldığı ağır tehdit mesajlarının ardından basın örgütleri, “Bu ülke tetikçi cennetine döndü” diyerek hükümete ve kolluk güçlerine çağrıda bulundu.
Özgür Gazete, Barut’a gönderilen mesajların ABD bağlantılı SIM kartlar üzerinden ve Sinan Ateş cinayetinin azmettiricisi olarak bilinen Doğukan Çep’in lakabı “Dodo” adı kullanılarak iletildiğini duyurdu. Barut’a, “Gazeteni yakacağız”, “Kurşunlar konuşacak” şeklinde tehditler gönderildiği belirtildi.
Benzer tehditler mayıs ayında Bugün Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın’a da yöneltilmişti. Akın, Halil Falyalı’ya ilişkin yazı dizisinin ardından ölümle tehdit edildiğini açıklamıştı.
Art arda gelen tehditlerin ardından basın örgütleri, Polis Genel Müdürlüğü önünde ortak bir açıklama yaptı. Basın-Sen Genel Başkanı Ali Kişmir, mevcut tabloyu değerlendirirken şu ifadeleri kullandı:
“Bu ülke tetikçi cennetine dönüştü. Gazeteciler can güvenliğinden yoksun bırakılıyor. Artık kınama değil acil adım gerekiyor.”
Basın meslek örgütleri, gazetecilere yönelik saldırı ve tehditlerin soruşturulması, faillerin tespit edilmesi ve basın özgürlüğünün güvence altına alınması için hükümeti vakit kaybetmeden harekete geçmeye çağırdı.
Basın-Sen Genel Başkanı Ali Kişmir, Evrensel’den Mehmet Zengül’ün sorularını yanıtladı.
Gazetecilere yönelik sistematik bir baskı ve yıldırma mekanizması olduğunu düşünüyor musunuz?
Elbette var. Özellikle Türkiye’deki otokrasi rejimi, kendi ülkesinde uyguladığı baskı yöntemlerini Kıbrıs’ın kuzeyine de taşımış durumda. Bu bazen doğrudan tehdit yoluyla, bazen yargı sopasıyla, bazen de çeşitli yasaklamalar üzerinden işliyor. KKTC hükümeti ise bu telkinler doğrultusunda antidemokratik adımlar atmaktan ve bunları yasalaştırmaktan çekinmiyor.
“HÜKÜMET KORKUDAN HİÇBİR ADIM ATMIYOR”
Pınar Barut ve Özgür Gazete için özel bir dayanışmaya ihtiyaç var mı? Bu olay basın örgütleri ile hükümet ilişkileri açısından bir dönüm noktası olabilir mi?
Etki alanımız ölçüsünde, üyemiz olsun ya da olmasın, tehdit altındaki tüm meslektaşlarımızla dayanışma kuruyoruz. Eksik olan alanlarda bu ağ doğal olarak genişliyor; güvenlik ağı da bunlardan biri. Belirli noktalarda bu ağı oluşturuyor, diğer örgütlerden de destek alıyoruz.
Hükümetle basın örgütlerinin ilişkisi ise yok denecek kadar zayıf. Şu anki hükümetten bir beklentimiz olmadığı için bir talep pozisyonunda da değiliz. Çağrılar yapıyoruz fakat UBP-DP-YDP hükümeti, Türkiye’deki çetelerin Kıbrıs’a akışına karşı önlem almayı Türkiye iktidarına karşı bir duruş sanıyor ve bu nedenle korkudan hiçbir adım atmıyor.
Artan tehditler üzerine Basın-Sen ve Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği (KTGB) ortak bir açıklama yaptı…
Basına ve basın emekçilerine yönelik her saldırıda, özellikle de toplumsal ifade özgürlüğünü tehdit eden durumlarda iki örgüt olarak her zaman ortak adım atıyoruz. Bu uzun yıllardır süren bir ortak duruştur.
“BASIN KARA PARANIN ÜZERİNE GİTTİĞİ İÇİN…”
Aynı nefret söylemini kullanan tehditlerin daha önce kimlere yöneltildiği biliniyor mu? Bu saldırıların ortak bir imzası var mı?
Birçoğumuza bu tür nefret dili yöneltildi. Hatta şahsıma sosyal medya üzerinden neredeyse günlük olarak aynı söylemleri kullanan çevreler var. İsimler üzerinden gitmek doğru değil; muhalif tüm gazetecilere karşı sistematik bir saldırı söz konusu. Çok ağır tehditler ve nefret söylemleri neredeyse her gün karşımıza çıkıyor. Ülkede muhalif gazeteciler tehdit ediliyor, yargılanıyor, darp ediliyor, baskı görüyor.
Suç ağlarının medya üzerindeki baskısı neden arttı? Bu artışın siyasi bağlantıları araştırılıyor mu?
Çünkü gazeteciler bazı tabuları kırdı. Kara para ve yasa dışı bahis gibi konuların üzerine daha çok gidilmeye başlandı. Bu kırılmanın ardından suç örgütleri de basını doğrudan hedef almaya başladı. Neredeyse her gün “Şu haberi kaldır, şu yazıyı sil” şeklinde tehditler alıyoruz.
Sınır kapılarındaki sorunları, yapılması gerekenleri kim yazacak? Ülkedeki kundaklamaları, kurşunlamaları kim haberleştirecek? Elbette gazeteciler. Bu durum suç örgütlerinin doğrudan bizi hedef almasına ve korkutmaya çalışmasına yol açıyor.
Sizce bunun ardındaki dinamikler neler?
Açıkça söylemek gerekirse, bu işin arkasında otokrasi rejimi ve onun taşeronları var.
“ÇÖZÜM ÜRETEMİYORLARSA KOLTUKLARINI DEVRETSİNLER”
Polisin yetersiz kaldığı yönünde eleştiriler var. Temaslarınızdan ne sonuç aldınız?
Polisin gücü bir yere kadar. Sorunun çözümü poliste değil, siyasi iradede.
“Görevlerinizi yerine getirin ya da bırakın” çağrınızın arkasındaki beklenti nedir? Hangi acil adımlar atılmalı?
Atılması gereken elzem adımlar var; Muhaceret Yasası Meclisten geçirilmeli, kimlikle girişler yasaklanmalı, ülkeye giriş çıkışlarda sağlam bir denetim yapılmalı. Sorunlara çözüm üretecek olan siyasi iradedir, üretemiyorlarsa koltuklarını devretmelerini istiyoruz.