Basın Özgürlüğü

Tutuklu gazeteci Ercüment Akdeniz: Cezaevinde geçirdiğim her gün hukuksuzluğa eklenen bir gündür

Akdeniz, uzun tutukluluğun cezaya dönüştüğünü belirterek, “Cezaevinde tutulduğum her gün hukuksuzluğa eklenen bir gündür” dedi.

Gazeteci Ercüment Akdeniz, altı aydır cezaevinde bulunuyor. 18 Şubat’ta Halkların Demokratik Kongresi (HDK) operasyonu kapsamında evine yapılan baskının ardından gözaltına alınan ve tutuklanan Akdeniz, uzun tutukluluğun cezaya dönüştüğünü belirterek, “Cezaevinde tutulduğum her gün hukuksuzluğa eklenen bir gündür” dedi.

“EVİMİN BASILACAĞI SAATİ BEKLETTİLER”

Akdeniz, gözaltı sürecinde yaşadıklarını savunmasında şu sözlerle anlatmıştı:

“18 Şubat günü sabah 05.30’da evimden çıktığımda gözaltına alındım. Yaklaşık yarım saat boyunca evimin önünde sivil polis otosunda bekletildim. Bana, ‘saati gelince evi basacağız’ denildi. Evde avukatım bulunmasına rağmen erişimim engellendi. Çantamda anahtarım olduğu halde kapıyı kendim açmayı teklif ettim ama kabul edilmedi. Ellerinde levye ile, bağırış çağırış eşliğinde kapıya vurularak evime girdiler. Bir gazetecinin, eski bir parti başkanının evine böyle girildi.”

Gözaltına alınanların ters kelepçeli görüntüleri polis tarafından kaydedildi ve İçişleri Bakanı’nın sosyal medya hesabından servis edildi.

25 Nisan 2025’te hazırlanan iddianamede Akdeniz’e “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlaması yöneltildi. Ancak dosyadaki deliller, 2012–2013 yıllarında FETÖ bağlantılı hakimlerin kararıyla kayda alınan telefon görüşmelerinden oluşuyor. Bu görüşmelerde Akdeniz, Hayat TV yayınında Gezi Parkı eylemlerini değerlendiriyor ya da Emek Partisi üyeleriyle konuşuyordu. Savcılık ise Akdeniz’in 2013’teki Gezi ve 1 Mayıs eylemlerinde kitleleri yönlendirdiğini öne sürdü.

İLK DURUŞMADA KAPILAR KİLİTLENDİ

31 Temmuz’da İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmada izleyicilerin salona girmesi engellendi, kapılar kilitlendi. Avukatlar tahliye beklerken, mahkeme tutukluluğun devamına karar verdi. Duruşmayı izleyebilen az sayıda kişiden biri olan Akdeniz’in annesi, kararı duyunca heyete “Oğlum suçsuz” diye seslendi.

ÖLÜ TANIĞA ZORLA GETİRME KARARI

Mahkemenin tahliyeyi reddetme gerekçesi “tanıkların dinlenmemiş olması” oldu. Ancak dosyada bulunan tanık ifadelerinde Akdeniz’e dair hiçbir suçlama yok. İfade veren tanıklar da Akdeniz’i tanımadıklarını söyledi. Buna rağmen mahkeme, 2011’deki bir eyleme dair üç tanık için zorla getirme kararı çıkardı. Tanıklardan biri ölmüş, biri ABD’de yaşıyor, diğeri ise teknik sorun nedeniyle SEGBİS’e bağlanamadı. Dosyaya aynı durumda olan iki tanık daha eklendi.

ÇAĞLAYAN ADLİYESİ’NDE ENGELLEMELER

Çağlayan Adliyesi’nde davaları izlemek isteyenler, çoğu zaman çelik bariyerlerle çevrili uzun yolu aşmak zorunda kalıyor. Ancak buna rağmen adliyeye girişler “başsavcılık talimatıyla” engellenebiliyor. Bu uygulama yalnızca gazetecileri değil, davaların taraflarını da etkiliyor.

Ercüment Akdeniz, cezaevinden Kısa Dalga’dan Canan Coşkun’un sorularını yanıtladı.

Savunmanız oldukça kapsamlıydı ve yöneltilen suçlamalara ayrıntılı yanıtlar verdiniz. Buna rağmen mahkeme tahliye kararı vermedi. Sizce bu karar ne anlama geliyor?

Ercüment Akdeniz: Savunmamda tüm sorulara suçlamalara açıklıkla yanıtlar verdim. Avukatlar da dosyanın çelişkilerini ortaya koydular. O noktadan sonra beklenen, beraat kararıydı. Tahliyeydi. Beklenmeyen bir kararla tutukluluğum üç ay kadar uzatıldı. Oysa zaten 160 gündür tutukluydum. HDK davasında gözaltı kararı verilen 60 kişi, tutuklanan 30 kişi içinde en son duruşması görülen tutuklu benim. Uzun tutukluluk uygulaması, cezalandırmaya dönüşüyor. Devlet katından “Çok istisnai haller dışında uygulanamaz” beyanları geliyor, hani nerede? Gazeteci işini yapamıyor, halk haber alma hakkından mahrum bırakılıyor.

“ADİL YARGILAMA İÇİN DAHA POZİTİF DAVRANILABİLİRDİ”

Duruşma, aleniyetin sağlanamaması ve savunma hakkının kısıtlanması yönündeki tartışmalarla başladı. Salonun kapısının kilitli olması ve izleyicilerin içeri alınmaması dikkat çekiciydi. Ayrıca dört avukatınız salondayken mahkeme başkanı bu sayıyı üçle sınırladı. Tüm bu koşullar savunmanızı nasıl etkiledi?

Ercüment Akdeniz: Tüm yurttaşların aleni yargılama hakkı vardır. Gazeteci, yazar, siyasetçi gibi topluma mal olmuş isimler yargılandığında doğal olarak duruşmaya ilgi de yoğun oluyor. Avukatlar bunu öngördüler ve duruşmadan önce geniş salon talep ettiler. Fakat kabul edilmedi. Adli tatil günlerinde geniş salon bulmak zor olmasa gerek. Basından öğrendiğim kadarıyla salona alınmayan kalabalık yüzünden gerginlik yaşanmış. Uzaklardan, köyden annem gelmişti ve aklım hep onun sağlığındaydı. Bakınız, duruşmadan sonra avukat Fırat Epözdemir ziyaretime geldi. Onun yargılandığı duruşmada tam dört salon birden tahsil edilmiş. Demek ki olabiliyormuş. Ulusal ve uluslararası basından gazeteciler salon dışında bırakılmamalıydı. Yine de hepsine teşekkür ediyorum. Ben hukukçu değilim, avukatlarım “üç avukat şartının” mahkeme heyeti takdirinde olduğunu, istenirse esnetilebileceğini söylediler. Maalesef kabul görmedi. Oysa adil yargılama için daha pozitif davranılabilirdi.

"İDDİANAME İLK DURUŞMADA ÇÖKTÜ”

Mahkeme, tutukluluğunuzun devamına gerekçe olarak tanıkların henüz dinlenmemesini gösterdi. Ancak tanıklardan biri duruşmada UYAP üzerinden bağlanamadı, bir diğeri ise 2017’de vefat etmiş. Duruşmada dinlenen iki tanık da sizinle ilgili herhangi bir ifade vermedi. Avukatınız, bazı tanık beyanlarının fezlekede emniyet tarafından çarpıtıldığını ifade etti. Siz bu tanık sürecini ve savcılığın tanıklara yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz?

Ercüment Akdeniz: İddianamenin hazırlanış biçimi gerçekten sorunlu. “Önce suçlanacak kişiyi bul, sonra suç üret” mantığı tüm metne sirayet etmiş. Ne bulunsa torbaya atılmış. İlgisiz, eklektik, maddi hatalarla dolu, kurgusal suçlamalar bunlar. Örnekleri ve ayrıntıları savunmamda dile getirdim. 2012-2013 tapeleri raftan indirilmiş. Ama hakikate suç yıkmak o kadar basit değil. İddianame ilk duruşmada çökmüş durumda. Geriye dinlenmeyen tanıklara sarılmak kalıyor. Biri ABD’de, biri vefat etmiş, diğeri SEGBİS’ten teknik nedenle bağlanamamış tanıklar. Tanıkları tanımıyorum. İki tanık duruşmada beyan verdi, bana dair hiçbir suçlamaları yok. Tutukluluğu uzatmak ağır bir hak ihlali.

“PANOPTİCON’DAN 1984’E UZANAN BİR İDDİANAME”

Savunmanızda telefon tapelerine de yer verdiniz. Tapelerde geçen bazı konuşmaların çarpıtıldığını, kitap isimlerinin yanlış aktarıldığını belirttiniz. Avukatınız, telefonlarınızın 22 ay boyunca dinlendiğini ve en son dinleme talebinin reddedildiğini söyledi. Hakimlik, 22 aylık dinlemeden sonra yeni bir uzatma için yeterli gerekçe sunulmadığını belirtmiş kararında. Tüm bu veriler ışığında, bu tapelerin tutukluluğunuza gerekçe yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ercüment Akdeniz: Tapeler neden 14 yıl bekletildi? Bu yol açılırsa 14 yıl sonra herkes benzer iddianamelerle karşılaşabilir. Üstelik tape kayıtlarıyla ilgili olarak imha kararı olduğunu avukatlar ifade ettiler. Hafıza zorlayan, kasıtlı faule benzer bir zaman sorunsalı söz konusu. Tape görüşmeleri EMEP’lilerin o dönem kendi içinde konuşmalarından ibaret. Savcılık dikkatle baksa görürdü zaten. Kitap isimleri gibi çarpıcı hatalar skandal niteliğinde. Niyet ille de bir suç gömleği giydirmek olunca sonuç trajikomik oluyor. Foucault’un Hapishanenin Doğuşu kitabında panopticon cezaevi sisteminin topluma nasıl uyarlandığı anlatılır. İddianameyi okuyunca doğrusu toplumsal olarak panopticon sistemle George Orwell’in 1984 romanı arasında bir yerde olduğumuz hissine kapıldım.

“OLMADI BAŞTAN YARGILAMASI”

2015’te Gezi Parkı eylemleri nedeniyle yargılandığınız davadan beraat etmiştiniz. O dönem mahkeme, eylemlerinizi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmişti. Ancak 10 yıl sonra, yine Gezi Parkı eylemleriyle bağlantılı, bu kez “kitleleri yönlendirme” gibi farklı bir suçlamayla tutuklusunuz. O dönemde Hayat TV’ye yaptığınız canlı bağlantı da suçlama konusu yapıldı. Sizce savcılığın Gezi Parkı eylemlerini 12 yıl sonra yeniden dava konusu yapmasının arkasında ne var?

Ercüment Akdeniz: Gezi davasında benim de yargılandığım 25 sanıklı dava dosyasında beraat ettik. 2015 yılında İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararı çok net. AİHM kararlarına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Anayasa’ya atıf yaparak diyor ki: İfade, örgütlenme, eleştiri özgürlüğü bakımından suç unsuru yok. Avukatlar bu kararı mahkemeye sundu. Zaten 12 yıl sonra “olmadı baştan” yargılaması hukuki olmaz. Üstelik konunun HDK ile de ilgisi yok. Hayat TV’ye bağlanmış olmam suç sayılamaz, basın özgürlüğü kapsamındadır. İki gazetecinin telefon görüşmesini dinlemek de basın özgürlüğü ihlalidir.

“DEMOKRATİK SİYASET HAKKI KRİMİNALİZE EDİLİYOR”

İddianamede Emek Partisi’ndeki siyasi faaliyetleriniz, HDK çalışmaları gibi gösterilerek suçlama haline getirilmiş. Sizce merkez dışı partilerde siyaset yapmanın kriminalize edilmesi ne anlama geliyor?

Ercüment Akdeniz: İddianame “marjinal sol” diye bir suç tanımı üretmiş. Oysa Türkiye’de 140 civarında yasal siyasi parti vardır. Kimse insanları merkez kitle partilerinde siyaset yapmaya zorlayamaz, bu demokrasiye aykırı olur. Aslında demokratik siyaset hakkı kriminalize ediliyor.

"SUÇLAMA HAYAL ÜRÜNÜ"

HDK, halen faaliyetlerini sürdüren ve yeni kurulan Meclis komisyonunda da temsilcileri bulunan yasal bir oluşum. HDK Eşsözcüsü Meral Danış Beştaş da duruşmanızı izleyenler arasındaydı. Buna rağmen, HDK çatısı altında yapılan siyasetin suçlama haline getirildiği bir davada “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutukluluğunuzun devamına karar verildi. Ortaya çıkan bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ercüment Akdeniz: TBMM çatısı altında oluşturulan süreç komisyonuna DEM Parti dört isim verdi. Celal Fırat da ekleniyor sanırım. Bu beş ismin 3’ü HDK Eş Genel Sözcülüğü yapmış isimler. Yanlış anlaşılmasın; barışı ve süreci destekliyorum, adı geçen isimler doğal tabi. Devletin, Meclisin tepesinde HDK sözcüleriyle el sıkılırken biz neden yargılanıyoruz, esas çelişki bu. Türkiye’nin gelinen yerde artık bunları aşması gerekiyor. “Silahlı terör örgütü üyeliği” suçlaması tamamen hayal ürünü, zaten beni kamuoyu tanıyor.

“ÖRGÜT FOBİSİ”

Mahkeme başkanı, Emek Partisi’ndeki faaliyetlerinize dair sorular yöneltti. Bunlar arasında bağış ve aidat toplanması, afiş çalışmaları gibi konular vardı. Bu sorulara gerekçe olarak da bazı telefon kayıtları gösterildi. Bu yaklaşımı nasıl yorumluyorsunuz? Siyasi faaliyetlerin suçlama konusu haline geldiği bir yargılamada, bu sorgulamayı tatmin edici buluyor musunuz?

Ercüment Akdeniz: İddianame örgüt fobisi üzerine kurulmuş. Sanki 12 Eylül hikayelerini yaşıyoruz. Oysa EMEP tüzüğüne bakılsa “il örgütü” “ilçe örgütü” tanımları orada belirlenmiş. “Örgüt” kelimesini duyunca akla hemen yasa dışı örgüt geliyor! Polis fezlekesindeki maddi hatalar kopyala-yapıştır mantığıyla olduğu gibi iddianameye geçmiş. EMEP’in mali konularında dahi aidat, bağış gibi kelimeler yasa dışı örgüt gibi algılanmış. Gerçekten vahim hatalar.

“SAVCILIK YAKLAŞIMI CİDDİYETTEN YOKSUN"

Duruşma boyunca heyet üyelerinin ve savcının savunmanıza ilişkin size herhangi bir soru yöneltmemesi dikkat çekiciydi. Özellikle savcının duruşmanın büyük bölümünde cep telefonuyla meşgul olduğu gözlemlendi. Siz adalet talep ederken muhatap olduğunuz bu tutumları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda duruşmaya dair gözlemleriniz neler, adil yargılandığınızı düşünüyor musunuz?

Ercüment Akdeniz: Gerek iddianame gerek savcılık yaklaşımı maalesef ciddiyetten yoksun. Eşitlik ilkesi gereği sanık lehine en küçük emare gösterilmedi. Ama yargı süreci devam ediyor. Umarım bir sonraki celse daha adil bir yargılamayla neticelenir.

Söyleşinin tamamı burada.

{ "vars": { "account": "G-Z64XNY337Y" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }