AKP, 15 başlık ve 63 sayfadan oluşan raporunu önce AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, ardından bugün Meclis Başkanlığı’na sundu. Meclis çıkışında gazetecilere açıklamalarda bulunan Abdülhamit Gül, raporda yer alan hukuki düzenlemelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Gül, “Müstakil ve geçici bir kanun olması yönünde bir önerimiz var. Geçiş kanunu, geçiş hukuku anlamında değil, bir geçici kanun ve müstakil bir kanun bu döneme ilişkin söz konusu” ifadelerini kullandı.
AKP raporunda öne çıkan başlıklardan biri ‘Hukuki Düzlem: Müstakil ve Geçici Kanun’ olurken, raporda AKP iktidarı boyunca Kürt sorununa ilişkin yaklaşımlar, hayata geçirilen düzenlemeler, ana dil meselesi ile önceki çözüm süreçleri, Gezi Parkı eylemleri ve Arap Baharı’na dair değerlendirmelere de yer verildi.
Rapordan alıntılarla öne çıkan başlıklar şöyle:
KOMİSYONUN MEŞRUİYETİ VE SÜREÇ
AKP raporunda süreç, “Terörsüz Türkiye” süreci olarak tanımlanıyor. Meclis’te kurulan komisyonun ülkenin yüzde 95’ini temsil ettiği iddia edilirken, sürecin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ahlat’ta dile getirdiği “iç cephenin güçlendirilmesi” anlayışıyla başlatıldığı ifade ediliyor.
AKP’NİN KONUYA YAKLAŞIMI
Raporda, AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımının başından bu yana demokratikleşme perspektifiyle ele alındığı savunuluyor. Bu yaklaşım, 2001 yılındaki parti programına referansla şu ifadelerle aktarılıyor:
“Partimizin programı incelendiğinde meselenin çözümüne dair önemli saptamalar olduğu görülmektedir ki; henüz iktidara dahi gelmeden bu meseleye dair çok somut ifadeler bulunmaktadır. Temel yaklaşımın; demokratikleşme adımlarının atılması ve ülkenin normalleştirilmesine yönelik siyasetinin hayata geçirilmesi olduğu ifade edilmektedir.
AKP, Kürt sorununa ilişkin ilk adımın iktidara gelinir gelinmez bölgedeki OHAL’in kaldırılması olduğunu belirtiyor. Raporun 10–18. sayfaları arasında, AKP’nin 2009 yılına kadar konuya ilişkin attığı adımlar başlıklar halinde sıralanıyor. Bu bölümde şu değerlendirmelere yer veriliyor:
“AK Parti iktidarında, demokratikleşmenin ve yerelleşmenin bir gereği olarak, belediyeler ve il özel idareleri, Anayasamızda belirtilen "yerinden yönetim" ilkesi çerçevesinde yeniden ele alınmıştır. Yerel yönetimler görev, yetki ve kaynak bakımından güçlendirilmiştir.”
“Demokratik siyasetin alanı genişletilerek siyasi partilerin Türkçe dışındaki dillerde propaganda yapmalarına imkân sağlanmış; Kürtçe propagandanın önü açılmıştır.”
“Bu dönemde, Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde özel kurslar açılmış ve yayınlar başlatılmıştır. TRT tarihinde ilk kez Arapça ve Kürtçe yayın yapan iki kanal faaliyete geçirilmiştir.”
“Kürtçe alfabede kullanılan Q, X, W harflerinin kullanımının önündeki engeller kaldırılmıştır.”
“BÖLGE İLLERİNE YAPILAN UÇAK SEFERLERİ ARTIRILMIŞTIR”
“Kürtçe kasetlerin yasak olduğu, vatandaşlarımızın çocuklarına ‘Berfin, Rojda, Welat, Azat’ ismini koyamadıkları dönemden devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın yapılan döneme bizim zamanımızda gelinmiştir.”
ARAP BAHARI VE GEZİ DEĞERLENDİRMESİ
Raporun dördüncü bölümü “Çözüm arayışlarımız” başlığını taşıyor. Bu bölümde 2005, 2009 ve 2013 yıllarında yürütülen çözüm süreçlerine ilişkin değerlendirmelere yer veriliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sorunun çözümü için “gerekirse baldıran zehri içerim” sözleri de bu bölümde aktarılıyor.
Raporda, özellikle 2009 ve 2013 çözüm süreçlerinde PKK’nin Ortadoğu’daki gelişmeleri yanlış yorumladığı, maksimalist taleplere yöneldiği ve süreci bu nedenle sonlandırdığı savunuluyor. Bu değerlendirme şu ifadelerle dile getiriliyor:
“Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız liderliğinde başlayan 2005 Diyarbakır Süreci, 2009 Demokratik Çözüm Süreci ve 2013 Çözüm Sürecinde her daim teröre başvuran PKK olmuştur. Suriye sahasında vekalet güçlerin hayalci vaatlerini önceleyen PKK, her defasında yeniden şiddete müracaat etmiştir. Terör örgütü 2009 Demokratik çözüm sürecinde Arap Baharını yanlış yorumlayarak, emperyalist güçlerin kapalı kapılar ardında verdikleri vaatlere kulak vererek süreci sonlandırmıştır. Örgüt Arap Baharını kendi maksimalist talepleri için araçsallaştırmıştır. Aynı tarihsel yanılsama 2013 Çözüm sürecinde yaşanmıştır. Suriye sahasında fırsat gören örgüt süreci sonlandırarak ‘çukur ve hendek eylemelerini’ başlatmıştır. 2013 Mayıs ayında başlayan Gezi Parkı sürecini bozucu bir unsur olarak okumuş ve tarihin yanlış tarafında yer almıştır.”
Bu bölümde ayrıca, “Yaklaşık 40 yıldır, sorunlarımızın ilk sıralarında yer alan PKK kaynaklı terör, AK Parti hükümetleri döneminde ve özellikle 15 Temmuz sonrası hayata geçirilen reformlarla oluşturulan yüksek kapasiteyle bitme noktasına getirilmiştir.” ifadeleriyle “Terörsüz Türkiye” sürecine geçiliyor.
YASAL DÜZENLEMELER İÇİN İLKESEL EŞİK: SİLAHLARIN BIRAKILMASININ TEYİDİ
Raporun yedinci bölümü “İlkesel Eşik: Tespit ve Teyit Mekanizması” başlığını taşıyor. Bu bölümde, sürecin ilerleyebilmesi için örgütün silah bıraktığının ilgili devlet kurumlarınca teyit edilmesinin zorunlu olduğu vurgulanıyor:
“Bu an, sadece sahada bir fiil değişikliğinin kaydı değil, aynı zamanda hukuki işlemler için bir başlangıçtır. Bu tespit ve teyit olmadan hiçbir ileri aşamaya geçilmemelidir.”
BÖLGESEL BOYUT: IRAK VE SURİYE VURGUSU
Raporun “Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge” başlıklı dokuzuncu bölümünde sürecin yalnızca Türkiye ile sınırlı olmadığı, bölgesel bir çerçeveye sahip olduğu belirtiliyor. Bu kapsamda şu ifadelere yer veriliyor:
“Türkiye, milli güvenliğini yalnız kendi sınırları içerisinde ve dar anlamda kolluk tedbirleriyle sınırlı görmeyen; tehdit ve risk alanlarını bölgesel güç dengeleri, sınır ötesi hareketlilik ve jeopolitik etki sahaları çerçevesinde değerlendiren bir güvenlik anlayışına sahiptir”
Raporda, Irak ve Suriye’de örgütün varlığının tamamen ortadan kaldırılması hedefi vurgulanıyor. 8 Aralık’ta Esad’ın devrilmesiyle oluşan duruma işaret edilerek şu değerlendirme yapılıyor:
“Bu kapsamda Türkiye’nin meseleye bakışı nettir: PKK’nın bölgedeki ve Suriye’deki bütün unsurlarının, örgütün bileşen ve uzantıları oldukları gerçeğinden 37 hareketle, tasfiyesi ve Şam yönetimi ile imzaladıkları 10 Mart Mutabakatının gereğini bir an evvel yerine getirmeleridir.”
HUKUKİ DÜZLEM: MÜSTAKİL VE GEÇİCİ KANUN
Raporda, yasal ve hukuki düzenlemelere ilişkin 11. bölüm en önemli başlıklardan biri olarak öne çıkıyor.
AKP, bu alanda “müstakil ve geçici” bir kanun önerisini dile getiriyor ve şu ifadelere yer veriliyor:
“Terörün ve şiddetin sona ermesi ve terör örgütünün varlığının tamamen ortadan kalkması sonrası döneme ilişkin normatif mimarinin oluşturulmasında iki temel yaklaşım mevcuttur. İlk yaklaşım, mevcut mevzuatın taranması ve uyumlaştırılması yöntemine dayanmaktadır. Bu çerçevede Terörle Mücadele Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun başta olmak üzere ilgili tüm düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve terör sonrası dönemin ihtiyaçlarına uygun şekilde revize edilmesi mümkündür.”
MÜSTAKİL BİR KANUN VURGUSU
Raporda, mevcut kanunlara belirli bir terör örgütünü konu alan hükümler eklenmesinin hukuki riskler barındırdığı belirtilerek şu değerlendirme yapılıyor:
“Ancak, genel ve sürekli uygulanmak üzere yürürlükte bulunan kanunlara belirli bir terör örgütünü konu alan hükümler eklenmesi, uygulamada farklı çelişkilerin ortaya çıkmasına sebebiyet vereceğinden mevzuat uyumlaştırması yöntemi teorik bir imkân olmakla birlikte, uygulamada yüksek hukuksal risk taşımaktadır. Bu sebeple, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi sürecinin hukuk devleti ilkeleriyle uyumlu, öngörülebilir ve anayasal açıdan güvenli biçimde yürütülebilmesi için müstakil bir Kanununun hazırlanması önemlidir. Bu kanunun yalnızca temel ilkeleri belirlemekle yetinmemesi; izleme ve doğrulamaya ilişkin mekanizmaları, kapsam ve sınırları, usule ilişkin hükümleri, denetimli serbestlik uygulamalarını, erteleme ve infaz düzenlemelerini, idari makamların sorumluluk, görev ve yetkilerini, gözlem süreçlerini ve istisnai hükümleri bir bütünlük içinde düzenlemesi gerekmektedir.”
Raporda ayrıca, hazırlanması muhtemel müstakil kanunun mevcut bazı kanunlarda değişiklik yapılmasını gerektirebileceği, bu nedenle uyumlaştırma amacıyla ek düzenlemelere gidilebileceği belirtiliyor. Geçmişte yapılmış düzenlemelere de örnek verilen bölümde “Ayrıca Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli dönemlerde yaşanan olağanüstü hadiseler nedeniyle belirli bölgelerdeki soruşturma ve infazların geçici süreyle ertelenmesine ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.”deniliyor.
SOYUT DEĞİL, KİŞİNİN KONUMUNA GÖRE DEĞERLENDİRME
Raporda kanunun kapsamına ilişkin tartışmalara da yer veriliyor. Düzenlemenin soyut bir kategori üzerinden değil, kişilerin örgüt içindeki konumlarına göre ele alınacağı belirtiliyor:
“Bu çerçevede, terör örgütü mensupları bakımından fiilin niteliği ve kişinin örgüt içindeki konumu esas alınarak farklılaştırılmış, ölçülü ve denetlenebilir bir hukuki çerçevenin oluşturulması önem arz etmektedir. Yapılacak düzenleme, örgüt mensuplarını yeknesak ve soyut bir kategorik değerlendirmeye tabi tutmak yerine, örgütsel faaliyet kapsamında ortaya çıkan bireysel sorumluluğun kapsamını ve yoğunluğunu merkeze alan bir yaklaşımla değerlendirmelidir. Bu yaklaşım doğrultusunda, yalnızca örgütsel aidiyet olgusu değil, kişinin somut eylemleri, bu eylemlerin örgütsel faaliyet içindeki yeri ve toplumsal sonuçları birlikte dikkate alınmalıdır. Bu nedenle, işlenen fiilin ağırlığı ve toplumsal etkisi bakımından da ayrım yapılmalıdır”
TOPLUMSAL UYUM
Raporda, silah bıraktıktan sonra ülkeye dönenlerin toplumsal uyumunun nasıl sağlanacağına da yer ayrılıyor. Bu kapsamda ekonomik uyumun belirleyici olduğu vurgulanarak şu ifadelere yer veriliyor:
“Ekonomik uyumun sağlanması, topluma uyum sürecinin en önemli unsurlarındandır. Ekonomik imkansızlıklar bireylerin yeniden riskli yapılara yönelmesini tetikleyebilir. Bu nedenle istihdamın artırılması, yerel üretimin güçlendirilmesi, iş gücüne katılımını teşvik edecek mekanizmaların uygulanması, bölgesel kalkınma projelerinin genişletilmesi ve ekonomik hayata katılımın kolaylaştırılması gerekmektedir”
EKONOMİK ETKİLER
Raporda sürecin ekonomik boyutuna da yer veriliyor. Türkiye’nin terörle mücadelede yaklaşık 2 trilyon dolar kayıp yaşadığı belirtilirken şu değerlendirme yapılıyor:
“Bugüne kadar teröre harcanan para kalkınmaya, yatırıma ve sektörel büyümeye harcanmış olsaydı, birçok modellemeye göre ülkemiz dünyada ilk 10 büyük ekonomi arasına girecek, kişi başı millî gelirimiz 35 bin dolar bandına gelecek, bugün 1,5 trilyon dolar olan gayri safi yurt içi hasılamız en az 3 kat artarak yaklaşık 4,5 trilyon dolar seviyesine çıkabilecekti.”


