"Körlerin en kötüsü, artık görmek istemeyen kördür."*

Silahlara Veda, Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in en önemli romanlarından biridir. Kitabı okumamış olanlar bile muhtemelen sinema uyarlamasını izlemiştir. Hemingway, Silahlara Veda’yı yazarken yalnızca savaşı anlatmakla kalmaz; kendi dünya görüşü doğrultusunda savaşın insan yaşamına olan tüm olumsuz etkilerini de vurgular.

“Silahlara veda” diyen örgütün, 1984 yılında başlayan inişli çıkışlı silahlı mücadelesi; zaman zaman savaş, zaman zaman ateşkes, son olarak da fesih noktasına gelen tartışmalarla sürüp gidiyor. PKK’nin silah bırakma ve fesih kararı almasının ardından, yayınlanan bildiri içeriğiyle birlikte, korucuların elindeki silahların da bırakılması gerektiği yönündeki talepler yeniden gündeme geldi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın korucuların da silahlara veda etmesine yönelik sözlerinin ardından, iktidara muhalif bazı milletvekilleri, korucular için hamaset dozu yüksek methiyeler dizmekte gecikmedi. Yapılan açıklamalara Genelkurmay da dahil oldu. Tuncer Bakırhan ise, "Yanlış ifade edilmiş olabilir, emin olun bir kastım yok" diyerek sözlerine açıklık getirdi.

26 ilde yaklaşık 60 bin korucunun bulunması, PKK’ye karşı mücadelede "önemli görevler" üstlenmiş olsalar da artık silah bırakma zamanlarının geldiğini gösteriyor. PKK militanlarının silahları nereye, ne zaman, kime bırakacağını bizim bilme şansımız yok; bunu muhatapları bilir. Ancak artık işlevini tamamlayan korucuların, kendilerine ait olmayan silahları sahibine, yani devlete teslim etmeleri gerektiğini bilme şansımız var. İçeride atılacak en kolay adım, bu meseleyi halletmektir.

Devlet, istihdam ettiği bu 60 bin kişiyi işsiz bırakmayacağına göre bir çözüm yolu da bulmak zorundadır. “Korucular ne olacak?” tartışması önümüzdeki günlerde gürültüsüz bir biçimde hal yoluna girebilir.

Barışa atılacak adımlar beklenirken herkesin diline özen göstermesi, hiç yoktan bir söz dalaşına girilmemesi gerektiğini hemen her iyi niyetli kurum ve kişi bilir. Kastı aşan sözlerle karşı karşıya gelme olasılığı hep olacaktır; yeter ki samimiyet var olsun.

Adı bir türlü ortaklaştırılamayan bu yeni “paradigma”, Cumhur İttifakı’na göre “Terörsüz Türkiye”, geniş kamuoyuna göre ise “barış süreci” olarak anılıyor.

İktidar ve sorunun çözümüne itiraz eden çevreler, “terör” ve ondan türetilmiş sıfatları arka arkaya sıralamaktan geri durmuyorlar. (Farklı iki uçta olmalarına rağmen dilde uzlaşmaları, bu maksadı tartışmalı hale getiriyor; bu da iktidara ve muhalif ulusalcılara karşı bir güven sorununu doğuruyor, kanımca.)

Madem PKK “silahlara veda” dedi, barışın hayat bulabilmesi için Meclis’in bir an önce üzerine düşen görevi yerine getirmesi ve gerekli yasal düzenlemeleri yapması daha elzem değil mi? Bunun adımını atacak olan da iktidardır. Ne kadar samimi, ne kadar şeffaf olduklarını göreceğiz.

Kapalı kapılar ardında beklentiler yaratmak yerine; kayyım siyasetine son verilmesi, tüm DEM Partili ve CHP’li seçilmişlerin görevlerine iade edilmesi, içeride tutulanların serbest bırakılması gerekiyor.

Siyasi tutsakların salıverilmesi, barışın önünü açacak en önemli adımlardan biri olacaktır. Derhal “Barış Akademisyenleri”nin de dahil olduğu KHK zulmüne son verilmelidir.

Anadilde eğitim ve Kürtçe isimlerin iadesi sağlanmalı, “Kürt anasını görmesin” zihniyeti son bulmalıdır.

Egemenler yıllarca Kürt gerçeğine kör baktı, yok saydı. CHP'nin (eski SHP’nin) Kürt Raporu’ndan, Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” söylemine, Özal’ın Apo’ya kravat göndermesinden açılım sürecinde Dolmabahçe’de masanın devrilmesine kadar pek çok şey hâlâ hafızalarda tazeliğini koruyor. Daha mayısın 16’sında Meclis’te bir milletvekili Kürtçe bir cümle kurduğunda mikrofonlar anında kapatıldı. Kürtçe konuşan DEM Partili vekilin sesi, MHP’li Meclis Başkan Vekili tarafından kesildi.

Devlet için küçük ama barış için büyük adımlar atılabilmesi için artık bu “körlük” geride kalmalıdır.

Notlar:

*Körlük, José Saramago