Ekranlara düşen görüntüler… Kiminin gözünde dehşet, kiminin gözünde umut.

Nepal sokaklarında yükselen öfke aslında bir kıvılcımın değil, yıllardır biriken adaletsizliğin patlaması. Yoksulluğun, işsizliğin, geleceksizliğin ve umutsuzluğun ağırlığı sonunda taşan bir sel gibi akıyor.

Ortalama yaşı 25 olan gençler, eğitim görmelerine rağmen iş bulamıyor. Birçoğu, düşük ücretli göçmen işçiliğine mecbur bırakılıyor.

Öte yanda ise ayrıcalıklarını miras gibi devralan bir sınıf var: yıllardır devlet gücünü paylaşmayan, iktidarı çocuklarına bırakan siyasal elitler. Halk onlara “nepo çocukları” diyor. Onların rahatlığı, çoğunluğun yoksunluğunu daha da ağırlaştırıyor.

Ama “nepo çocukları” yalnızca Nepal’e özgü değil. Bizde de farklı adlarla yaşıyorlar: Üniversite sınavına girmeden babalarının okuluna “yerleştirilenler”… Sahte diplomalarla makam sahibi olanlar… Bir sabah uyanıp televizyon kanalı ya da filo sahibi olanlar… Onların önünde bütün kapılar ardına kadar açıkken, atanmadığı için intihar eden gençlerin, kasiyerlik ya da kuryelik için yarışanların hayat kapıları birer birer kapanıyor.

İşte öfke tam da burada büyüyor. Ekonomik sıkışmışlıkla birlikte, kapalı kapılar ardında sürdürülen iktidar oyunlarından, yasaklardan, baskılardan besleniyor. Adaletsizlik, özgürlüklerin yokluğu, yoksulluğun yakıcılığı birleşince, geriye tek bir ihtimal kalıyor: öfkenin isyana dönüşmesi.

Bugün Nepal’de gördüklerimiz aslında evrensel bir gerçeğin yansımasıdır. Dünyanın en gelişmişinden en yoksuluna kadar her yerde aynı düzen hüküm sürüyor: kapitalizmin düzeni. Adı ister Nepal ve Çin'deki gibi “komünist” olsun, ister milliyetçi ya da liberal… Egemen olan hep aynı: para, kâr, sermaye.

Bu düzen kaynayan suya benzer. Alttaki ocağın harına göre basınç yükselir ya da düşer. Kimi iktidarlar, kaynamanın farkına varıp önlemlerle süreci geciktirmeye çalışır. Ama gözü kara açgözlüler, “bizde olmaz” diyerek açlığı, yolsuzluğu, baskıyı reva görmekte sınır tanımaz. Yargıyı, polisi, sadakayı ve şükrü bir denge mekanizması sanır.

Oysa tarih şunu defalarca gösterdi: Saraylar da yanar, saltanatlar da devrilir. Çünkü "bitmedi daha sürüyor o kavga"

Ve kaynayan suyun nihai sonu, er ya da geç, taşmaktır.