“el pesimismo es un asunto de la inteligencia; el optimismo, de la voluntad”
(Karamsarlık zekâ meselesidir, iyimserlik ise irade meselesidir)
İtalyan Marksist kuramcı Antonio Gramci'nin bu sözü siyasi literatürde çokça kullanılmıştır. Gramci'nin bunu söylerken ifade etmek istediği esas gerçek; "dehşetin karşısında umutsuzluğa düşmeyecek, ama en ufak şeyden de heyecana kapılmayacak sabırlı ve temkinli insanlar yaratmamız gerekir” düşüncesidir. Gramci burada umutsuzluktan ziyade “aptallığın coşkusuna” sığınır. İradenin dönüştürücü gücü aklın kötümserliğine yeğdir. İrade akla galebe çalacaktır...
Çokça siyasi literatürde kullanılsa da bu sözü genel yaşam felsefesine de uyarlayabiliriz. Çünkü çoğu zaman aklımızın olur dediğine irademiz izin vermez yahut da tam tersi irademizin istediğine de aklımız yol vermeyebilir.
Gündelik yaşamın tozu dumanı içerisinde umutsuzluğa gömülmek, ülkede yaşanan ve daha çok yaşanacak olan bir dolu olumsuzluğun getirdiği psikolojik travmalar irademize ket vursa da bu durum aklımızın ve vicdanımızın izin vermediği sıradan bir gerçeklik olmuş durumda. Her güne bir öncekinden biraz daha umutsuz uyanan bir toplumsal hafıza ve ruh hali var ülkede. Öyle ki yaşarken iyi şeyler yapmak isteyen insanların -bize her sorduklarında- çoğunlukla onlar için olumsuz cümleler kurmamız belki bu ruh halinden ileri gelmekte olsa da insan toplumunun ilerlemesinin altın kuralı, şartlar ne kadar kötü olursa olsun iradenin iyimserliğinin dönüştürücü gücüne inanmaktır.
Örnek vermek gerekirse, M. Kemal ve silah arkadaşlarını bu kategoriye koyabiliriz...
Harap ve bitap düşmüş, emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş ve parçalanmış bir ülkeyi kurtarmak istemek pekala kolay değildir. Çünkü aklın kötümserliği için onlarca sebep bulunabilir. Milli mücadele kurmaylarının akılları kötümser ama iradeleri iyimserdi kim bilebilir?
Yine Rusya'da Viladimir İlyiç Lenin 1917 devriminden biraz öncesine kadar hayatını sürgünde fakat devrimci bir durumda iktidara el koymak için hazırlanmakla geçirdi. Lenin ve Bolşevikler objektif koşulları ustaca yorumlamasaydı ve iradenin o müthiş gücüne inanmasalardı tarihin en büyük proletarya, devrimini gerçekleştirebilirler miydi? Keza en basitinden ünlü Kelebek romanının yazarı Henri Charriere hiç işlemediği bir suçtan müebbet hapse mahkum edilmişken ortaya muazzam bir irade koymadan inanılmaz bir kaçış öyküsüne imza atabilir miydi?
Bu hikâyelerin hepsinde iradenin gücü, iyimserliği ve dönüştürücü gücünü görürüz.
İtalyan Marksist Antonio Gramci 46 yıllık tüm hayatının 11 senesini hapishanede geçirdi ve 30'dan fazla not defteri (Hapishane Not Defterleri) ve 3000 sayfa tarih ve analiz yazdı. Yazdıklarıyla 20.yüzyıl siyaset teorisine özgün katkılar sunmuş bir kuramcı olan A.Gramci'nin bizzat kendi hayatı, iradenin iyimserliğinin ya da dönüştürücü gücünün muhteşem bir örneği değil midir?
Velhasıl insanlık tarihinin ilerlemesinde temel sosyal bilimlerin deterministik katkısı ne kadar etkiliyse iradenin dönüştürücülüğünün rolü -ve hatta daha fazlası- o kadar etkilidir. Nitekim Gramci'nin iradenin tarihsel rolüne ilişkin ifade ettiği gerçek, 19.yüzyıl ortalarında Marx'ın Feuerbach Üzerine Tezler çalışmasında ifade ettiği 11. tez olan “şimdiye kadar tüm filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler, aslolan onu değiştirmektir” tezinin de tamamlayıcı bir unsuru olmaktadır.
Burada bir toplumbilim olarak Marksist kuramın temel bir dinamiği ifade edilmektedir. Çünkü Marksist teori hem determinist hem volantiristir. Yani doğanın ve toplumun en temel yasası determinizm olmakla beraber (bu durum doğada neden-sonuç ilişkileri, toplumda ise üretici güçlerin gelişmişlik seviyesi şeklinde tezahür eder) toplumbilimin en önemli yasalarından biri de iradeciliktir(volantirizm).
Tarihe bakıldığında toplumsal devrimlerin devrimci iradenin sonucunda oluştuğunu görürüz. Marx bir devrimin muzaffer olabilmesini sadece objektif şartlara (üretici güçlerin gelişmişlik seviyesine) bağlamaz. Marx'a göre devrimin zaferi için “ihtilâlci inisiyatif” de gereklidir. Bu ihtilâlci inisiyatif proletaryadır. Lenin, Stalin ve Mao'da da özellikle emperyalist çağda tek ihtilâlci sınıf proletaryadır. Burjuvazi ise üretici güçler belirli bir seviyeye gelene kadar ilerici ve demokratiktir.
Sonrası ise burjuva sınıflar üretimin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir ve dolayısıyla toplumsal ilerlemenin de en büyük düşmanıdır...
19.ve 20.yy itibarıyla en çok “saf iradenin” sözü geçerlidir. Saf iradenin bu çağda en büyük temsilcisi ise işçi sınıfı olmaktadır. Bunun nedeni ise kaybedecek hiçbir şeyi olmayan tek sınıf olmasıdır. Mülk sahibi olan burjuva sınıflar gelişmenin önündeki en büyük engeldir çünkü statükosunu korumak ister, kârlarına kâr katmak, mülklerine mülk katmak tek düşündüğü ve yaptığı şeydir. (bugün bilim ve teknik de var olan bazı gelişmeler, yapay zeka vs. kapitalist servet üretimini ya da sermaye birikimini bizatihi artırmıştır)
Kapitalizmden önceki feodal düzende ise derebeyler gerici, burjuvazi ilericiydi çünkü serfler tarafından yaratılan tüm servete derebeyi el koyuyordu. Dolayısıyla tarihin lokomotifi olan “irade” derebeylerin elindeydi. Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde burjuvazi ilerici bir sınıf olarak doğdu ve derebeylerin düzenine son verdi. Böylece tarihte burjuvazinin ilerici fonksiyonu bu şekilde son bulmuştur...
Felsefe tarihine bakarsak iradeye vurgu yapan filozoflar olmuştur. Bunlardan biri Friedrich Nietzsche diğeri Arthur Schopenhauer'dır. Nietzsche'ye göre ideal “insanüstü” insan iradesiyle yaratılacaktır. Schopenhaur'a göre ise her olgu bir iradenin ürünüdür. “Varım çünkü var olmak istedim” der. Yine Stoacı felsefeciler “özgür iradenin” önemine vurgu yapmışlar ve onun sınırlarının olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bugün bu düşünce hala önemini korumakta ve tartışılan bir konudur...
Burada durup anlatmak istediğimizin temel dinamiğinden ayrılmadan ifade edersek, iradecilik (volantirizm) insanlığın ilerlemesinde tarihsel olarak belirleyicidir. Bir sosyal bilim olarak Marxist devrim teorisi volantiristir ve “irade” tarihsel ilerlemenin temel dinamiğini oluşturmaktadır. Gramci'de bu durum “kültürel hegemonyadır”, Lenin'de “proletaryanın politik önderliği”, Mao'da “kültür devrimi”dir. Bunlar aynı gerçeğin farklı zamanlarda ve mekânlardaki tezahürleridir. Marksistler her ne kadar “hegemonya” kavramına karşı olsalar da sınıfların ortadan kaldırılması için bu kavrama muhtaçtır. Çünkü sınıflı toplum var oldukça insan iradesine egemenler tarafından uygulanan baskı zaman var olacaktır. Gerçek özgürlük için hegemonyaya karşı “yaratıcı” ve “özgürlüğe ket vurmayan” başka bir hegemonyayla cevap verilmelidir.
Tabi ki 20. yüzyıldaki Sovyet revizyonizmi gibi (bugün Çin ve Kuzey Kore'yi saymıyoruz bile) bir bürokratik hegemonya düşleniyorsa bunun baştan sorunlu olacağı aşikardır. Bugün insanlık başka çözüm yolları bulamadıkça geçmişten ders alarak yola devam etmekten başka yapacağımız bir şey de yok maalesef... Adına ne denirse densin ve içinde ne kadar handikap barındırırsa barındırsın -insan edimi suistimale oldukça yatkındır- tarihin tekeri hep böyle dönüyor.
İradenin iyimserliği aklın kötümserliğine hep galebe çalıyor.
Bundan kaçış yok...