Malum bugünlerde sıkça konuşulan bir dizi var. 3 Cisim Problemi. Prömiyerini 21 Mart 2024'de Netflix'de yapan Amerikan yapımı bilim kurgu filmi. Filmin konusu Çinli bilim kurgu yazarı Liu Cixin aynı adlı romanına dayanıyor.

Bir üçlemenin ilk kitabı. Dizinin ilk bölümü bir linç sahnesiyle başlıyor. Sahnede Kızıl Muhafızlar tarafından Çin'de Kültür Devrimi(1966-1976) zamanlarında gerici görüşleri nedeniyle yaftalanan bir fizik profesörünün darp edilerek öldürüldüğünü görüyoruz. Filmin olay örgüsü bu olay esnasında babasının kitleler önünde dövülerek öldürüldüğünü gören astrofizikçi kızının insanlığa duyduğu inancını yitirmesi ve en yakın güneş sistemindeki “uzaylı” medeniyeti dünyaya davet etmesini konu almaktadır.

C5E43392 1741 4C6A 9Cd3 872Dfecf2A53

Dizi bir distopya gibi görünse de bilimsel kurgu ve içerik açısından oldukça gerçekçi bir gelecek algısına dayanmaktadır. Sanırız bu açıdan da oldukça ilgi çekicidir. Yazar Liu Cixin Çin'in en popüler bilim kurgu yazarlarından biri. Dizinin Çin'de gösterimi yapılmasa da kaçak yollarla izleyici ve indirilme sayısı daha ilk gün 100 bini geçti. Romanın Netflix versiyonu Çin'de eleştirilere neden olsa da Çin'de yayınlanan 30 bölümlük versiyonu oldukça beğenilmişti. Çin'de bilim kurgu o kadar popüler ki Netflix platformu  “Taşınan Dünya” isimli Çin yapımı diziyi yayınlamıştı geçenlerde. Dizide dünyayı Çinliler kurtarıyor...

Üç Cisim Problemi ve bilim kurgu demişken evrenin büyüklüğü, insanlığın geleceği ve zamanın sonsuzluğu konularını düşünmeden edemiyor insan.

Bu kadar devasa ve aklın alamayacağı sonsuzluk deryasında ne kadar önemsiz sorunlar ve küçük hayatlar etrafında debeleniyoruz.

Bu açıdan insan ilkel çağlardan bu yana kendini, yaşadığı dünyayı ve gökyüzünü gözlemlemiş ve anlamlandırmaya çalışmıştır. Bunun için gözlemler, deneyler yapmış, sistemler ve disiplinler oluşturmuş, içinde yaşadığı evreni anlamak istemiştir. Eski Yunan filozofu Sokrates bunu, ”Bir şey bildiğim varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir” diyerek özetlemişti. Bilginin “erdem” olduğunu savunan Sokrates nesnelerin gerçek doğasını anlamadan iyi işler yapılamayacağını ve cesur olunamayacağını savunuyordu.

Sokrates'in ölümünden yaklaşık 2500 yıl sonra bile insanlık yaşama, evrene ve nihayetinde içinde yaşadığımız dünyayı anlamaya yönelik soruları sormaya devam ediyor ve belki de sormaya binlerce yıl daha devam edecek.

A665C3B8 5E5D 45F0 9C5A Aac0A399A1Cb

Dünya üzerinde bugün 8 ile 10 milyar arasında insan yaşadığı biliniyor. Bu kadar insanın belki de yüz milyonda birlik bir kısmı için bu temel felsefi ve yaşamsal sorular büyük önem taşıyor. Geri kalan kısmı için bu soruların hiçbir önemi yok çünkü insanlığın çok büyük kısmı için kim olduğumuz ve nereden geldiğimiz gibi sorular hayatın tozu dumanı içerisinde kaybolan önemsiz detaylar. Ve ne yazık ki bu çok büyük toplam belki zorunlu yaşamsal nedenlerden dolayı felsefi sistemler ve bilimsel gerçeklerden bihaber yaşıyor.

İnsan belki de evrende en akıllı canlı bilemiyoruz ama eğer öyleyse bu çok tuhaf bir durum. Nazım Hikmet'in bir şiirinde dediği gibi “hani şu derya içre olup da deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf”

Evet nihayetinde tuhaf canlılarız bu da su götürmez bir gerçek.

Asıl konumuza dönersek uçsuz bucaksız bu derya üzerine düşünmeye ve soru sormaya devam edelim...

Evren ne kadar büyük? Bir sınırı var mı? Mesela dinsel anlatıların ve mitolojilerin evrenin sınırları ve büyüklüğü konusunda bir fikri var mıydı? Tüm bu varoluşsal sorular gündelik hayatın tozu dumanı içerisinde kaybolmamalı çünkü kendimizi tanımada ve yerimizi bilmede belki gelecekte çok faydası olacak. Çünkü hepi topu uçsuz bucaksız evrende sadece oksijen ve azottan oluşan bir atmosfere sahip bir gezegende yaşıyoruz.

Orada ve daha da uzakta belki biricik görerek üzerinde yaşadığımız bu gezegeni tehdit edecek şeyler var mıdır bilemiyoruz? Bu gerçekler ışığında insanlık evrene bakışını yüzyıllardır geliştirmek zorunda kalıyor.

Son tahminlere göre evren 46 milyar ışık yılı çapında büyüklüğe sahip. Bunun ne demek olduğunu ilk bakışta anlamak zor olsa da bugün bilim otoritelerince kabul edilen Bing Bang (Büyük Patlama) teorisine göre evren 13.5 milyar yaşında. Bu evrenin yarı çapına tekabül ediyor yani bizden evrenin herhangi bir yönüne doğru baktığımızda evrenin gördüğümüz en uzak kısmı (uzak yıldızlardan bize kadar gelen ışığın uzayda aldığı yol) evrenin yarıçapı olarak değerlendiriliyor ve evrenin her yöne eşit olarak dağıldığı kabul edildiğinde büyüklüğü konusunda da fikir sahibi olabiliyoruz. Bu mesafeler o kadar büyük ki bizim onu algılayabilmemiz gerçekten çok zor. Biraz tarihe değinmekte fayda var.

Yunan mitolojisinde evren kavramı “hiçlik” ya da boşluk “Khaos” olarak adlandırılır. Khaos Hesiodos'a göre sonsuz bir boşluktur. Bu boşluktan ilk olarak Gaia doğar ve bir başına Uranos (Gök) ve Pontus'u (Deniz) doğurur ve dağları yaratır. İlk olarak Uranos ile birleşir ve bu birleşmeden tanrıların öncülleri kabul edilen altı erkek ve altı kız doğar. Semavi dinlerde örneğin Hristiyanlıkta evren bir rastlantı sonucu değil bir Baba Tanrı'nın yaratması sonucu var olmuştur. Eski ve Yeni Ahit Yaratılış 1 ve 2 de  “tanrı görünen ve görünmeyen her şeyi yaratmıştır” der.

7Baab987 35Bd 4C28 8130 897Dabcd66F7

Kuran'da ise kainatın bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıca Allah'ın neden olduğu açıkça belirtilir.

*“Gökleri ve yeri, örneksiz yaratan O’dur. Bir şeyin olmasına karar verdi mi onun için sadece “Ol!” der, o şey oluşur.”

İlginçtir aslında dinler evrenin varoluşu ve evren hakkında bugün modern bilimle çelişir gibi görünmemeye çalışırlar. Bing Bang teorisini bir yaratılış efsanesine çevirmeye çalışmaları bundandır. Bugün Bing Bang teorisi bilimsel geçerliliği kabul edilse bile “evrenin başlangıcı” sorularına tam olarak yanıt verememektedir. İşte burada “teolojik veriler” devreye girmekte ve tüm Semavi (tek tanrılı) dinlerin çürütülmesine engel olacak şekilde evren modeli ortaya konmak istenmektedir. Hatta ruh bilimciler ve idealistler Albert Einstein'ın “genel görelilik” teorisini dinsel önyargılara bir kalkan olarak bile kullanmaya çalışmaktadırlar. Örneğin Kuran'daki ayetlerden bazılarını kanıt olarak sunmaktadırlar.

Halbuki Kuran ve İncil gibi kutsal kitaplarda yazılanlar insanlığa genel geçer bilgiler verir. Deney ve gözleme dayanmazlar. Detay vermezler. Bir araştırmanın sonucunda oluşan bilimsel metinler hiç değildirler. Böyle olmaları da beklenmez çünkü kutsal kitapların ortaya çıktıkları zaman dilimi henüz bilimin gelişmediği tarihi zaman dilimleridir.

**“Göğü kudretimizle biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz”

Halbuki modern bilim tarihi ve insanlık Einstein'ın Genel Görelilik teorisinden çok daha önce birşeyin hiçlikten yaratılamayacağı ve hiçliğe karışamayacağını bilimsel gözlemlerle ortaya koymuştur. 17.yy da yaşamış matematikçi ve filozof Gottfried Leibniz (1646-1716) Enerjinin Korunumu'yla ilgili ilkeleri ortaya atmış ve bununla ilgili bilimsel araştırmalar ortaya koymuştur. Yine 19.yy da kütle ve enerjinin korunumu ve ilkeleri üzerine bilimsel çalışmalarla birlikte Newton ve Einstein fiziğinin geliştirilmesi sağlanmıştır. Albert Einstein'ın ortaya attığı E=mc² olarak ifade edilen formül tüm evren için geçerli bir formüldür ve enerji ve kütlenin aynı şeyler olduğunu kanıtlar. Einstein kütle ve enerjinin belirli koşullar altında birbirlerine dönüştüğünü ve maddenin hareketinin belirli koşullar altında farklı zaman dilimlerine tekabül ettiğini kanıtlamıştır.

Evet evren öncesiz ve sonsuzdur. Madde varsa zaman vardır. Maddenin olmadığı yerde zaman ve varoluş düşünülemez. Bu maddenin ve evrenin temel yasasıdır. Üzerinde yaşadığımız gezegenimiz evrende biricik ve tek değildir.

Bir teoriye göre sadece bizim galaksimizde 40 bin tane bizim gezegenimize benzeyen dünya vardır. Sadece bizim gözlemlediğimiz evrende trilyonlarca galaksi, bu galaksilerde trilyonlarca yıldız ve bu yıldızlar etrafında dönen trilyonlarca gezegen olduğunu düşünürsek bizim gibi canlıların olma olasılığı çok büyüktür. Ama o dünyalarda bizim gibi zeki canlılar var mıdır bilemiyoruz. Teknolojimiz henüz bu gizemi çözebilmiş değil.

Fermi paradoksuna göre, bu olasılık çok yüksektir fakat biz bu medeniyetlerle neden hala karşılaşmadık. Belki de madde evrende o kadar geniş alana dağılmıştır ki galaksiler ve yıldızlar arası mesafeler buna izin verecek ölçüde yakın değildir.

Hiçbir zeki canlı teknolojisi bunu yakınlaştıracak bir seviyeye ulaşamamıştır. Bu iyi midir kötü müdür bilinmez ama 3 Cisim Problemi gibi bilim kurgu filmlerine bakarsak gezegenimiz ve bizim açımızdan oldukça iyidir. Çünkü orada uzakta nasıl canlılar olduğu ve niyetlerinin ne olduğunu bilemiyoruz. Belki de bu da maddenin barındırdığı “gizemlerden” biridir. Evrendeki mesafeler belki de gezegenimizin 5.5 milyar yıldır var olmasını ve başka medeniyetler tarafından fethedilmesini engellemiş olabilir veya tersi de olabilir. Belki türümüz bizden üst seviyede canlılar tarafından evrimleşmesi için bu gezegene dışarıdan bırakılmış da olabilir. Başka bir dünyanın ve canlı organizmaların kolonileştirme operasyonu da olabiliriz. Kimbilir...

Her şey komplo teorilerine açık. Ama tüm bunlar komplo teorileri olarak görülse de bilim bunları açığa çıkarabilecek tekniğe ve potansiyele sahip. Önemli sorunlardan biri bu. İnsanın bin yıllardır bu gezegene ve evrene dair yaptığı deney ve gözlemler tüm bu sorulara cevap arayacak niteliktedir.

İçinde bulunduğumuz Güneş sisteminden en yakın yıldıza (Proksima Senturi) uçakla seyahat edersek 4 milyon yılda gidebileceğimiz bir uzaklık söz konusu. Sadece bu bile evrenin ne kadar devasa bir büyüklüğe ve kudrete sahip olduğunu da açık olarak gösteriyor. İnsan evreni tanıdıkça uçsuz bucaksız bu sonsuzluk deryasına şaşakalmaması elbette mümkün değil. Yaşadığımız yüzyılda ise anti bilimsel teolojik önyargılardan kurtulup çok daha büyük sorulara yanıt arayacak bilimsel görüş ve öngörülere açık olmak diskurlarımızdan biri olmalıdır.

Bilimle kalın...

*Bakara suresi 117. Ayet

**Zâriyât Suresi 47. Ayet