Alman düşünür Friedrich Nietzsche ahlâk, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine kaleme aldığı “İyinin ve Kötünün Ötesinde” isimli eserinde, “canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir ki kendisi de canavara dönüşmesin. Çünkü uzun süre uçuruma bakarsan uçurumda sana bakar” der.
Bu sözü “uzun süre uçuruma bakarsan uçurumun karanlığı seni kuşatır” olarak da anlayabiliriz. İlk sözde “hasmına dönüşürsün dikkat et” anlamı varken ikinci ifade de “karanlığa yaklaşırsan karanlık seni kuşatır” anlamı ortaya çıkıyor. Ülkemizde son 23 yıldır yaşananlar ise daha çok ikinci ifadenin bize yakın ifade olduğunu gösteriyor. Çünkü uzun süredir toplum olarak uçuruma ya da karanlığa bakıyoruz. Biz baktıkça o bizi kuşatıyor, içine çekiyor ve teslim alıyor.
AKP ve Tek Adam Rejimi öyle bir toplumsal kırılma yarattı ki karanlığı yaratan bir siyasal rejim olmanın ötesinde insanların içinde karanlığın kendisi oldu. Bir toplumu toplum yapan tüm unsurları felce uğrattı, adaleti bypass ederek yargıyı toplumu felç etmek için bir araç olarak kullandı. Hakikati savunmak her zamanki gibi cesaret gerektiren bir şey olsa da AKP'nin yarattığı karanlık hakikatin yerini değiştirdi. Toplumu üç kuruşa muhtaç hale getirerek birbirinin ayağına basan, çıkarı için birbirini ezen çürümüş bir düzen yarattı.
Biz uçurumun kenarında toplum olarak oraya baktık hep. Bu ülkede yaşanan her hukuksuzlukta, her cinayette şaşırdık, dehşete düştük, nutkumuz tutuldu ama o uçurum bizi içine çekti, uçurumun kendisi olduk, kuşattı o uçurum bizi.
Şimdi ne yaparsak yapalım zamanında yapamadığımız, karşı koyamadığımız şeylerin cezasını çekiyoruz. Ülkenin her tarafına yayılan ve gündelik yaşamın kılcal damarlarına kadar işleyen sorumsuzluk, liyakatsizlik, kural ve sınır tanımamazlık hepimizi teslim aldı. Tüm bunlara karşı örgütlü tavır koyamama, birlikte hareket edememe, muhalefetin başını çektiği partinin yetkili ağızlarının yaptığı iş bilmezlik ve halka öncü olamama kısır döngüsüyle paramparça edilen ve üzerinde iktidarın sürekli oynadığı bir oyuncak haline geldik.
Bu ülkenin ilerici-devrimci gelenekleri var. Bu ülkenin cumhuriyetçi birikimleri var. Bu kadar toplumsal bir büyüklüğü söz sahibi kılamamakta muhalefet unsurlarının beceriksizliği olarak görülmeli.
Tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen yıllardır bu ülkenin insanları olarak umut ediyoruz. İyi ve güzel günlere olan inancımız bitmiyor. Bu ülkenin devrimcileri de var çünkü. Bu ülkenin ilerici birikimleri var. Ne kadarda içimizi yakan yeni bir acı olayla karşılaşsak da her gün umut etmekten geri durmuyoruz ama umut etmek yetmiyor, yetmediğini her gün görüyoruz, yaşıyoruz. Çocuklarımız her gün daha da kötü bir ülkeye uyanıyor. Daha da kendini güvensiz hissettiği bir ülke kuşatıyor hepimizi. Güvenin ekmek ve su gibi, soluduğumuz hava gibi temel bir yaşam gereksinimi olduğunu fark ediyoruz. Kendini güvende hissetmenin gerçek özgürlüğün temel taşı olduğunu anlıyoruz. Bununda laik ve demokratik bir ülkede ancak yaşanabilir kılındığı çok aşikar değil mi? Bahsettiğimiz demokrasi en asgari ölçüde demokrasi de olsa bu durum, Marx'ın dediği gibi “yoksulların ve işçilerin yaşamak ve nefes almak için tarihsel olarak belli bir aşamada burjuva toplumunun akciğerlerini kullanmak zorunda olduğu” gerçeğini değiştirmiyor. Modern burjuva toplumunda ezilenler yaşamı dönüştüremedikçe, yaşamı yaratan emek ezildikçe o toplum çürümeye mahkûm oluyor. Bu sefer modern burjuva toplum yaşamak için artık işçilerin, yoksulların akciğerlerini kullanıyor ve bizzat kendi elleriyle ezdiği yoksullar onu nefessiz bırakıyor. Modern Avrupa toplumları büyük acılar ve çarpışmalarla bu günlere geldi. Türkiye toplumu henüz Avrupa'daki içsel dinamiklere sahip olmasa da insan kanı bu topraklardan hiç eksik olmadı ve olmaya da devam ediyor.
Başka şekillerde de olsa...
Bolu...
Şimdiye kadar hep yoksullar ölüyordu bu ülkede. Her ihmalin, her sorumsuzluğun, her çıkarcılığın, her sahtekarlığın cezasını işçiler, çalışanlar, yoksullar, emekçiler çekmedi mi bu ülkede? Asker cenazeleri örneğin, “Boğazdaki bir yalıda görseydik Türk bayrağını bir kerede” demişti Selahattin Demirtaş. Türk halkının gerçek dostu Selo. Tabiki burada Demirtaş biz cenaze görelim demiyordu ama hep kerpiç evlerin duvarlarına mı asılacaktı bu bayrak? Bu ülkede ne kadar doğruysanız o kadar ceza çekersiniz. Selo işbirliği yapsaydı, çözümdü, masaydı, şuydu buydu deyip AKP'nin tekerine çomak sokmasaydı yıllardır ailesinden uzakta değil paşalar gibi yaşardı. İşbirliği ve anlaşmaya yakın hiç kimseyi boşa çıkarmadı bu iktidar. Anlı şanlı muhalif görünenler hizaya gelmediler mi hep bu ülkede. Bahçeliler, Oğanlar, Kürşatlar, Muharremler, Meraller...
Bolu...
Yaşanan kaza değil bir katliam onu anlıyoruz. Ki öyle bir katliam ki biri tutup benzini döküp bilerek çaksa kibriti bu kadar olmazdı. Geceliği Türk parasıyla 40 bin lira olan bir otelde olası yangın için hiçbir önlem yok. Ve adım adım yarım saat içinde büyüyen bir yangın da ikaz alarmı yok ama ikaz eden tek bir kişi de yok. Neresinden bakarsanız tuhaf olan bu otel yangınında 36'sı çocuk 78 vatandaş yaşamını yitiriyor. Ölen insanların sosyal statü ve sınıfsal özelliklerine bakmaya gerek yok sanırım. Böyle bir otelde tatil yapan insanlar doğal olarak zengin insanlardır. Evet bu ülkede zenginlerde ölüyormuş. Bu akıl almaz ihmaller silsilesi içinde “kalbur üstü” insanlarda bu karanlık rejimden nasibini alıyormuş. Bolu faciası bunu anlatıyor...
Erdoğan ne kadar bu tür katliamlardan sonra ofansif savunma yapsa da biliyor kendi atadığı bakanın ihmallerini. Yasaya göre oteli denetlemesi gereken Turizm bakanlığı ama iktidarın kuklası medya Bolu Belediyesini suçluyor.
Yaşanan ilk değil de son mu peki? Kaçıncı yangın bu? Aladağ yangını peki? Sahi n'oldu yurtta ölen çocuklar?
Nazan Öncel'in bir şarkısında dediği gibi “biz aşkımıza bakalım bize bir şey olmaz” demeyin. Sıra size de gelecek!
Grand Kartal Otel evet uçuruma bakıyor... Otel yangını uçuruma bakan tarafta başlayıp tüm vahşetiyle 78 insanı yutuyor...
Uçuruma bakan sadece Bolu'daki Grand Kartal Otel'in ahşap duvarları olmuyor... Koca bir toplum olarak hepimiz uçuruma bakıyoruz...
Ve uçuruma bakarken Niçe'nin dediği gibi oradaki canavar da olanca haşmetiyle yarattığı karanlıkla bize bakıyor...
Biz uçurum oluyoruz...
Kuşatıyor bizi bu koca karanlık...
Gregor Samsa oluyoruz...
Böcekleşiyoruz...
Tükeniyoruz...