Açlığı ortadan kaldırmak yerine onu “tanzim” etmeyi seçtiler.

Ama bu ülkenin uykusunu artık ne açlar ne toklar uyuyabiliyor.

Bir sabah sokağınızdaki bakkala ya da zincir markete uğradığınızı düşünün. Raflarda çeşit çok ama gözünüz hep aynı yere takılıyor: Etiketlere. Her gün biraz daha kalınlaşan kırmızı kalem çizgisine… Ve kasadaki yüzlerce insanın cebinde aynı kaygı: “Bugün de eve ne götürebileceğim?”

İktidar şimdi çareyi marketlerin bir köşesine “cumhur reyonu” açmakta buldu. Evrensel’den Andaç Aydın Arıduru’nun haberine göre bu reyonlarda devlet etiketli ürünler sabit fiyatla satılacak; bazıları zararına dahi sübvanse edilecek.

Ama mesele yalnızca ucuz bir paket pirinç değil. Açlığın tanzimi, aslında açlığın kalıcı kılınmasıdır. Yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine, onu yönetilebilir kılmak…

Paulo Freire’nin yıllar önce söylediği şu söz, bugünü birebir tarif ediyor:

“Dünya çoktan ikiye bölünmüştür: Aç oldukları için uyuyamayanlarla, açlardan korktukları için uyuyamayanlar.”

Bugün Türkiye’nin tablosu da budur. Bir yanda açlığın pençesinde kıvranan milyonlar, öte yanda servetlerini katlayan azınlık… İşte bu yüzden onlar yüksek güvenlikli sitelerin ardına saklanıyor; işte bu yüzden açlığı “tanzim” reyonlarıyla, yoksulluğu sadaka siyasetiyle yönetmeye kalkıyorlar. Çünkü düzeni değiştirecek öfkenin bir gün kapılarına dayanacağından korkuyorlar. Korksunlar, korkunun ecele faydası yok...

AÇLARIN UYKUSU

Kira ile maaş arasına sıkışmış hayatlar…

Her ay elden kayıp giden banknotlar…

Boşalan mutfaklar, kaynamayan tencereler…

Artık yalnız işsizler değil, çalışanlar da aç. Devlet memurları bile “taş kaynatıyoruz” diyerek meydanlara çıkıyor. Asgari ücretlinin maaşının yarısı kiraya gidiyor. Kalanıyla mutfakta ancak ekmek, makarna, patates…

Ama geceleri yatağa aç giren çocukların sayısı arttıkça, sabaha uyanmak yalnızca biyolojik bir refleks olmaktan çıkıyor. Yorgunluk, umutsuzluk ve isyan göz kapaklarının ardına sızıyor.

Bir baba, bir anne… Aç yatan çocuğuna masal anlatırken, içinden şunu geçiriyor: “Keşke bu masal gerçek olsaydı.”

TOKLARIN KÂBUSU

Diğer yanda ise servetlerini büyütenler var. Onlar göğe doğru yükselen sitelerin ardında yaşıyor. Yüksek duvarlar, demir kapılar, özel güvenlikler…

Ama ne kadar yükselirse yükselsin duvarlar, içlerine sızan korkuyu engelleyemiyor. Lüks otomobillerinin camından gördükleri her yoksul, onların vicdanlarını değilse bile güvenlik kaygılarını tetikliyor.

Her yeni grev, her zam protestosu, her kira isyanı onların huzurundan biraz daha çalıyor. Banka hesaplarındaki rakamlar büyüdükçe, kaybetme korkusuyla küçülen uykularına sarılıyorlar.

BU DÜZENİN UYKUSU YOK

Freire’nin dediği gibi: Eşitsizlik derinleştikçe huzur yalnızca yoksullara değil, zenginlere de haram olur. Çünkü açlık yalnızca karın doyurma meselesi değil; aynı zamanda siyasal ve toplumsal bir patlamanın kıvılcımıdır.

İktidar “cumhur reyonu” adıyla marketlere ucuz gıda koymayı planlıyor. Ama gerçekte üretici köylüyü ezen, küçük esnafı bitiren, işçiyi açlık sınırına mahkûm eden aynı iktidar, açlığı yönetmenin siyasal faydasını da hesaplıyor.

Maksim Gorki’nin Ana romanında dediği gibi:

“Yalnızca iki halk vardır, iki bağdaşmaz halk: Zenginler ve yoksullar!

Ülkeden ülkeye giyinişler değişir, diller de değişir. Ama zenginlerin yoksullara karşı davranışları değişmez. Halkın sefil yaşantısı da değişmez.”

Ama işte bu hikâye burada bitmiyor. Çünkü insanlık hep kendi masalını yeniden yazdı. Nazım Hikmet’in dizelerinde olduğu gibi:

“Gündüzlerinde sömürülmeyen,

gecelerinde aç yatılmayan,

ekmek, gül ve hürriyet günleri…”

Beklenen günler, güzel günlerimiz işte bunlardır.

Ve onlar, açların uykusundan da, tokların kâbusundan da doğacaktır.

Bugün geldiğimiz yerde hakikat apaçık:

Bu düzenin artık uykusu yok.

---

[1] Evrensel, 23.08.2025 – Açlığın Tanzimi