Dışarıdan bakıldığında AKP’nin “aileye bakışı” "yerli ve milli" değerlerle bezenmiş, geleneksel Türk aile yapısının korunmasına odaklıymış gibi sunulur. Ancak bu söylemin özünde kadın için biçilen rol, evle sınırlandırılmıştır: Kadın dizini kırsın evinde otursun, çok çocuk doğursun, iyi bir anne olsun... Zaten “cennet annelerin ayakları altındadır” sözü de bu bakışı dini referansla meşrulaştırmanın bir aracı olarak sıkça kullanılır.

Kadın çalışmak zorundaysa ne olur peki? Devletin aklına nedense hep “kreş” dışında çözümler gelir. Kreşler "bize yabancı" sayılır; “sahte yuvalar” olarak görülür. Bunun yerine önerilen model basittir: Eğer çocuğa nine-dede bak(a)mıyorsa, devlet “çözüm” bulur. Yasal düzenlemelerle kadınların (eşi de bu haktan yararlanır elbette) yarım zamanlı çalışması sağlanır. Yarım(şar) gün çalışır(lar) , kalan yarım gününü de çocuğunu büyütmeye ayırır(lar). Ne güzel değil mi?

Kreş ücretlerinin asgari ücreti geçtiği bir ülkede, yarı zamanlı çalışma bir “hak” değil; kadınlara sistematik olarak yoksulluk dayatmanın adıdır. Devletin sunduğu şey sosyal politika değil, doğrudan bakım yükünü aileye –daha doğrusu kadına– yıkma stratejisidir.

Bakım emeği görünmez kalmaya devam ederken, devletin tercihi de nettir: kamusal hizmetleri yaygınlaştırmak yerine, kadınları yarı maaşla eve çekmek.

Aile Yılı mı?

Devletin 2025’i “Aile Yılı” ilan etmesi ve memurlara yarı zamanlı çalışma hakkı tanıması, ilk bakışta aile dostu bir adım gibi sunuluyor. Ancak detaylara bakınca bu “hak” değil; ekonomik küçülmenin, toplumsal gerilemenin üzerini örten bir makyaj.

Yeni düzenlemeye göre, çocuğu ilköğretim çağına kadar olan kamu çalışanı, yarı zamanlı çalışabilecek. Ancak bu, maaş ve sosyal hakların da yarıya düşmesi demek. Üstelik bu dönemde süt izni gibi temel haklar da tanınmıyor. Ne hak, ne sosyal destek. Bu açıkça kadınlara “tasarruf tedbiri” kılığında yoksulluk biçme politikasıdır.

Bu düzenleme devleti yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda cinsiyetçi bir özne olarak da açığa çıkarıyor. Kadınlar zaten görünmeyen bakım emeğini sırtlıyor: çocuk, yaşlı, hasta bakımı, ev işleri... Bu emek, kapitalist sistemin sürmesi için elzem ama sistematik olarak görünmez kılınıyor.

Şimdi devlet, bu emeği “yarı maaşla” resmileştiriyor ama yine kadınların üzerine yıkıyor. Mesaj çok açık: “Yarı zamanlı çalış, ama tam kazanma. Çocuk bak, ama bizden destek bekleme.”

KREŞ HAKKI: LÜTUF DEĞİL, DEVLETİN GÖREVİ

Kreş meselesi bir lüks değil, bir hak. Ve bu hak yalnızca kadınların çalışabilmesi için değil; eşit, adil ve dayanışmacı bir toplum için gereklidir.

Peki bugün neyle karşı karşıyayız? Büyükşehirlerde kreş ücretleri asgari ücretin bile çok üzerinde, bazı yerlerde iki katı. Devletin çözümü ne? Kreş açmak mı? Hayır. Memura “yarı maaşla evde kal” demek. Bu, sosyal politika değil; doğrudan eşitsizliği derinleştiren bir tercihtir.

Üç çocuk yapılmasını öğütleyen devlet büyükleri, bakım yükünün kimde kalacağını ise konuşmaktan kaçınıyor. “Çocuk kısmetiyle gelir” diyerek bugünü erteliyor, yarını ipotek altına alıyor.

GERÇEK BİR BAKIM POLİTİKASI MÜMKÜN

Kadınlar uzun süredir uyarıyor: bakım krizi büyüyor. Neoliberal politikalarla kamusal hizmetler geriye çekildikçe, çocuklar ve yaşlılar yeniden ev içine, yani kadınların omzuna itiliyor. Bu yükün yarısı değil, aslında tamamı kadınlara bırakılıyor.

Ama çözüm belli:

– Ücretsiz, ulaşılabilir, 7/24 açık, anadilinde hizmet veren kamusal kreşler,

– Kadınlar için değil, tüm çalışanlar için tasarlanmış bir bakım altyapısı,

– Tam gün nitelikli eğitim ve bakım hizmeti,

– Dönüşümsüz ebeveyn izni,

– En az 24 haftalık doğum izni,

– Güvenceli, tam zamanlı, insan onuruna yaraşır çalışma koşulları.

Bakım emeği kolektif hale getirilmeden ne toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanabilir ne de gerçek bir sosyal refah düzeni kurulabilir.

Bu düzenleme, “aile yılı” ambalajına sarılmış bir gerilemedir. Sosyal politika, kadının sırtına daha fazla yük bindirmek değil, yükü toplumca omuzlamaktır. Yarı zamanlı çalışma adı altında sunulan bu uygulama, aslında tam anlamıyla bir aldatmacadır.