Devlet Bahçeli'nin basına kapalı bir toplantıda yaptığı açıklamaların, gazeteci İsmail Saymaz tarafından haberleştirilmesi üzerine kullandığı ifadeler dikkat çekiciydi:
“Basına kapalı toplantıdaki sözlerimin malum sözde bir gazeteciye sızdırılması, o dedikodu markası ve her ipte cambazlık yapan gazetecinin de mal bulmuş mağribi gibi gündeme taşıması zamanlama itibarıyla manidardır. Ve notlarımız arasındadır.”
Aslında sızdırılan ve yalanlanmayan haberin içeriği çokça tartışıldı, daha da tartışılacaktır. "Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt, biri Alevi olsun" önerisi daha derin tartışmaları hak ediyor ama sözünün yerine biz bu yazıda “sözde” sıfatının siyasal iletişimdeki anlamına odaklanacağız.
Daha önce AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da defalarca sanatçıları hedef almıştı:
“Sözde sanatçı diye geçinen müsveddeler, şimdi de aynı şekilde hakaret etmeye devam ediyorlar. Bu ülke için çivili bir ağaçları yok,” demişti.
Ne Erdoğan’ın, ne Bahçeli'nin ne de bilumum iktidar yalakası, yandaşı, trolleri ile kraldan çok kralcı takımın kimlere “sözde” dediğini alt alta sıralasak, bu köşe yazısına yer kalmaz. Volkan Konak, Ahmet Kaya, Can Dündar, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Şivan Perwer, Pervin Chakar sadece bazıları... Bu sıfata en çok layık görülenler; itiraz eden, ses çıkaran, solcular, Kürtler, velhasıl muhaliflerdir. Zaman zaman kimi “kendine demokrat” siyasetçiler de eleştiriye uğradıklarında milliyetçi muhafazakâr çevreleri aratmıyor, ne yazık ki. TRT ve Anadolu Ajansı'nın resmi söylemi, Akit, Yeni Şafak ve Sabah gibi gazetelerin manşetlerinin değişmez sıfatıdır "sözde". Ama haklarını da yemeyelim: Bu “sözde” sıfatı son 20-25 yılın icadı değildir. Kendini muktedir görenlerin sık sık başvurduğu sıfatlardan biridir.
“Sözde” gazeteci...
Bu sıfatın arkasına dizilen diğer ifadeler de tanıdık:
Sözde sanatçı, sözde sendikacı, sözde işadamı, sözde çevreci, sözde insan hakları savunucusu, sözde akademisyen, nihayetinde sözde vatandaş... Liste uzayıp giderken, aslında bu “sözde” sıfatını kullananların işaret ettikleri kişilere değil, kendi zihniyetlerine ayna tuttuklarını görmek hiç de zor değildir.
Şöyle soralım:
Bugüne kadar hakkında “sözde” sıfatı kullanılan gazeteci, sanatçı ve yazarların çoğu aslında “özde” değil miydi? Hele hele “sözde sanatçı” olarak hedef gösterilen birçok isim, halkın yüreğinde; sahnede, kalemle ya da sazla-sözle yaşam bulan gerçek sanatçılardır.
Mesela Zülfü Livaneli’ye bir dönem “sözde sanatçı” diyenler olmuştu. İnsan olan utanır.
Onun türküleri halkın içinden geldi. Romanları 40’tan fazla dile çevrildi. Senaryolar yazdı, filmler yönetti. Konser salonlarını tıklım tıklım doldurdu, açık hava konserlerinde türkülerini, bestelerini yüz binler birlikte söyledi. Dünyanın en prestijli ödüllerini aldı.
Yaşar Kemal, onun için “Zülfü Livaneli büyük halk gibi, halk ustaları gibi türküyü kanıyla, yüreğiyle söyler,” demişti.
Yaşar Kemal gibi bir ustanın bu sözünün üstüne laf söylenir mi?
Bugün Bahçeli’nin “sözde gazeteci” diyerek işaret ettiği İsmail Saymaz da muhabirlikten köşe yazarlığına, belgeselciliğe, kitap yazarlığına ve TV yorumculuğuna kadar kendini fazlasıyla ispatlamış bir gazetecidir. Gazetecilikte yıldız gibi parlamak için illa birilerinin gözüne girmek gerekmez. Tam aksine, bazılarının hedefi hâline gelmek de bir tür unvan değil midir?
Devlet Bahçeli, bir dönem “terör örgütünün sözde lideri” dediği birine bugün “kurucu önder” diyebiliyorsa, yarın İsmail Saymaz’a “başmuharrir” demesi de kimseyi şaşırtmaz.
“Sözde” diyerek küçümsemek isteyenlerin ağzından çıkan her söz, hedef aldıkları kişilerin değil, aslında kendilerinin aynadaki yansımasıdır. Çünkü özde olan, zamanla zaten yerini bulur. “Sözde” sıfatı ise sadece korkunun, tahammülsüzlüğün ve öfkenin maskesidir.