Franz Kafka'nın Dava romanında, sıradan bir banka memuru olan Josef K., bir sabah hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklanır. Ne ile suçlandığını bilmez, dava süreci hakkında tek bir açıklama yapılmaz. O absürt kurgu, bugün Türkiye'de yaşanan gerçeğe dönüşmüş durumda

Yargının siyasallaştığı yerde adalet değil, korku büyür.

19 Mart’ta başlayan gözaltı dalgası, sadece bir operasyon değil; hukuksuzluğun kurumsallaştığı bir dönemin adı oldu. İstanbul’dan Adıyaman’a, Adana’dan Antalya’ya kadar birçok CHP’li belediye başkanı, tıpkı Josef K. gibi, neyle suçlandığını bilmeden gözaltına alındı.

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve 74 yıl sonra CHP’ye geçen Adıyaman’ın Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere’nin görev yerleri yerine İstanbul Vatan Emniyet’e götürülmeleri açıkça bir tutuklama sinyali değil mi...

Gizli tanıklar, soyut iddialar, sabaha karşı baskınlar… Hepsi dikkat çekici biçimde tutuksuz yargılanma hakkını ortadan kaldırıyor.

Kafka’nın şu cümlesini hatırlamak gerekiyor:

“Birinin Josef K.’ya iftira attığı besbelliydi; çünkü bir sabah, hiçbir kötü şey yapmamış olmasına rağmen tutuklandı.”

Bugünkü Türkiye tablosunda, “tek adam rejimi”, “saray yönetimi”, “reistokrasi” gibi kavramlar artık akademik değil, hayatın içinden tanımlar haline geldi. Yıllardır Sayıştay raporlarında yer alan yolsuzluk dosyaları –örneğin Melih Gökçek hakkındaki belgeler– rafta tozlanırken, muhalif belediyeler hedef gösteriliyor.

Yargının tarafsızlığını yitirmiş olduğu önemli iddia. Medya büyük ölçüde susturulmuş, sosyal medya sansürlenmiş, gazeteciler ise sistematik olarak hedef alınmış halde. Ekonomik krizin altında ezilen halkın sessiz kalması isteniyor. Muhalefet ise bürokrasiye hapsedilmeye çalışılıyor.

Şafak operasyonları sıradanlaşsa da, halkın susmadığı ortada. Anketler CHP’yi birinci parti gösteriyor. Halk erken seçim istiyor. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor; yönetilenler ise eskisi gibi yönetilmek istemediği için baskı altına alınıyor.

İktidarın hedefi net: Alternatifsizlik görüntüsü yaratmak.

Oysa unutulmamalı: Demokrasi yalnızca sandığa gitmek değil; seçilmişlerin görevde kalabilmesi, hukukun eşit işlemesi ve ifade özgürlüğünün korunmasıdır. Demokrasi, şafak operasyonların değil her sabah yeniden savunulması gereken bir yaşam biçimidir.

Bugün sessiz kalanlar, yalnızca zulmü meşrulaştırmakla kalmaz; onun kalıcılaşmasına da katkı sunar. Oysa bugün ses çıkarmak, bir cesaret meselesi değil, yurttaşlık sorumluluğudur.

İktidar, CHP’yi yakın geçmişte olduğu gibi sokaktan alıp devlete hapsetmek istiyor. Ama halkın iradesi yalnızca sandıkta değil; meydanda, belediyede, adliyede de var olmak istiyor. Artık hiçbir “şafak operasyonu” kimseyi şaşırtmıyor; halk ise hâlâ susmuyor.

Bu mücadele, “hak, hukuk, adalet”in yalnızca temenni değil; anayasal güvence haline gelmesi içindir.

Çünkü halk hâlâ o sesi duymak istiyor:

“Berlin’de hâkimler var.”

Ve bu topraklarda da bir gün “Ankara’da hâkimler var” diyebilene kadar susmamak gerekiyor.

Aksi halde, adı ne olursa olsun, bu rejim tüm gücün tek elde toplandığı, halkın sadece seyirci konumunda olduğu bir düzene dönüşecektir.

İşte bu yüzden son söz:

Kurtuluş yok tek başına... Ya hep beraber, ya hiçbirimiz.