80'li,90'lı yıllar emniyet sorgusu sırasında eller arkadan kelepçeli gözler bağlı günlerdir uyu(tul)mamış bir sanığa tekme tokat giren biri "ulan gecenin bu saatinde herkes evinde mışıl mışıl uyurken ben seninle uğraşmak zorunda kalıyorum", cümlesinin içinde bir de saatin 3 veya 4 olduğu söylenmişse insan mutlu olabilir mi... Olur neden olmasın, bir belirsizlik, bilinmezlik içinde zamanın ne olduğu  cevabı alınmıştır. O uykunun en derin saatinde sıcak yatağında olmadığı için mi öfkelidir rol mü yapıyor bilinmez belki de nöbet saatidir ama "siz suçlular güzel güzel sorulara cevap verir konuşursanız " yani atılı suçu kabul ederseniz belki de evinde mışıl mışıl uyuyacaktır.

Yok izin vermezler yukarıdakiler ona sormaz emir verirler o da, emre itaat eder işi budur. "Emir kuludur", sanığa öfkeyle tekme tokat girilmesi hatadır, maazallah yüzünde gözünde iz miz kalırsa bu da onun münferit davranışıdır ki,  bu durumlar için de hatasız kul olmaz gibi veciz sözlerimiz bulunmaktadır. Gene de dikkatli olmak gerekir değil mi? 2000'li yıllarda Avrupa Birliği mavrupa birliği dedi nezarethanelere de kamera neyim koydular işin yoksa ayıkla pirincin taşını. Ancak günledir uykusuz, aç susuz bırakılan bir "suçlu"dan alınacak bir bilgi kırıntısı bile o zalimin "emeğinin hakkı " olarak "işe" yarayacaktır belki de...

Zengine Allah verir, verdikçe verdiğinden zengin daha zengin olur. Mal mülk zenginliktir lakin "mülk Allah'ındır " fakir (!) emanetçidir nihayetinde. Bu "fakir" bildiğimiz  fakirlerden farklı olsa bile o da bir fanidir. Bu fanilerin azınlığı emanetçidir geri kalan el açmak durumunda kalanlardır bunlar çalışır emanetçilerin zenginliğine zenginlik katarken kendileri aç bilaç yaşarlar bu da bir alın yazısıdır neylersin.

En alttaki düşkünlük içinde debelenip duran el açmayı meslek edinenler "emanetçi fakirlerin" yanına  yaklaşamayacakları için yine bildiğimiz fakirlere el açar yollarını bulurlar. Allah adına el açan düşkün dilenciye "Allah versin " diyenler arada bir çıksa da bu durum mevzu bahis içinde değildir. Gerçi derin yoksulluğun düşkünlüğü de beraberinde getirdiğine dair görüşleri de yabana atmamak lazım gelmez mi!

Neyse yerine kayyım atanacak belediye başkanının evi sabaha karşı basılır, gazetecisi siyasetçisi de bundan mahrum kalacak değil ya. Memlekette eşitlik var muamele muameledir ne yapsınlar. Kat be kat suç işledikleri şüphe götürmez yanda, arkada, emre amade duran bir çeşit biyolojik, ideolojik akrabalık bağları bulunanların bu tür muamelelere maruz kalmadığı, kalmayacağı derin inancıyla mahkeme yüzü bile görmezler haliyle...

İşçi çalışır üretir ama geçim derdinden, başının üstünde sallanan işsizlik belası korkusundan gıkını çıkaramaz, çıkaran kapı önüne konur hemen veyahut işçi birliğinde ısrar eder direnirse fabrikanın bilmem kaç metre uzağında direniş, çadır gibi geçici mekanlara ihtiyaç duyar ki, bu çadırlar gecenin 12'sinden sonra bile olsa zorla söküp atılır. O saatte güvenlik görevlisinin evinde mışıl mışıl uyumasına müsaade edilmez. Antep Valisinin umurunda mı, yeter ki patron aynı zamanda vekilin canı sıkılmasın. Git çadırları kaldır, söküp at emri altındaki o zatlar bazen doğrusu genellikle "orantısız güç " kullanmak zorunda(!) kalırlar, adamlar laftan anlamaz haktan hukuktan ve adaletten bahsederler ekmek , emek ,anayasal hak der, der oğlu der." Yukarıdaki ise, yasa/k der, amir süpürün , emir kulu ne yapsın...

Gece yarısı operasyonları, şafak baskınları, kanun hükmünde kararnamelerden sosyal medya yasakların ilamına kadar hemen her şey patron devletinin selameti için. Adaletsizlik yasa olmuş resmen. Eskiden patron ağa devletinden söz edilirdi. Ağa kalmadı devletin tek sahibi patronlar dediğim gün patronların da dertli olduğunu duyduk öğrendik.

“Depremlerde, yangınlarda, iş kazalarında çok sayıda vatandaşımızı kaybediyoruz. Demek ki hata, suistimal ve kayırmacılık çok yaygın. Eleştirel ifadelere ve habercilik faaliyetlerine açılan soruşturma haberleri çok sıklaştı. 10 küsur sene önceki olaylara şimdi yeni soruşturmalar açılıyor. Tutuklu milletvekillerine, siyasi parti liderlerine ve belediye başkanlarına sürekli yenileri ekleniyor. Disiplinsizlik suçuyla teğmenler hakkında ihraç kararı alınıyor fakat deprem, yangın, taciz, kadın cinayeti, iş kazası gibi kamuoyunda infial yaratan nice olayda ya suçlular bulunmuyor ya da kısa sürede serbest kalıyorlar. Kamuoyu vicdanında suç ve ceza arasında orantısızlık kanaati oluşuyor. İster seçimle, ister atamayla gelen kamu görevlilerinin görevlerinden alınmasının yeni örneklerine şahit oluyoruz. Üstelik yeni yasal düzenlemelerle kamu görevlilerinin Devlet Denetleme Kurulu tarafından görevden alınması ve TMSF’nin şirketlere kayyum olarak atanması mümkün oluyor. Yolsuzluk, dolandırıcılık, karaborsa haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak,  galiba artık şirket kurmaktan daha kolay."

Bu sözlere bakınca bu devlet patronların devleti değil ise kimin devletidir. Bu bir özeleştiri gibi dursa da değil keza icra heyetinin pek hoşuna gitmemiştir. Anında bu eleştirileri örtülü örtüsüz bir karşılık buluyor. Patron devleti yerine bir kısım patron devleti demek daha mı doğru acaba...Yoksa ekmek ve adalet için bu  rejime, değiştirilinceye kadar tek adam devleti /yönetimi demeye devam mı edeceğiz...