İşçi sınıfının mücadelesi, tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir izlese de hiçbir zaman tamamen sona ermedi. Bazen baskı altına alındı, bazen geçici olarak susturuldu; fakat ağır sömürü koşulları altında, işçilerin direnişi hep yeniden doğdu. Bireysel ya da yerel düzeyde gelişen her mücadele, bir sonrakine ilham vererek adeta zincirin halkalarını oluşturdu.

Bu çerçevede, Türkiye işçi sınıfının hafızasında derin izler bırakan 15-16 Haziran Büyük Direnişi’nin yıldönümünde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne önemli bir yasa teklifi sunuluyor:

“Barajsız Sendika, Yasaksız Grev, Güvenceli İş” yasa tasarısı. Bu teklif, yalnızca siyasetçilerin değil, doğrudan işçilerin katılımıyla; fabrika fabrika gezilerek hazırlanmış bir mücadele belgesidir.

SENDİKAL GERÇEKLİK VE TALEPLER

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Ocak 2025 verilerine göre; Türkiye’de 16 milyon 864 bin 733 kayıtlı işçiden yalnızca 2 milyon 524 bin 547’si, yani %14,97’si sendika üyesidir. Kayıt dışı çalışanlar da dahil edildiğinde bu oran %8,4’e düşmektedir. Toplu sözleşme kapsamında çalışan işçi sayısı ise sadece 1 milyon 410 bindir.

İşçilerin temel talepleri şunlardır:

Grev yasakları anayasadan tamamen çıkarılsın.

Lokavt uygulaması kaldırılsın.

Dayanışma grevi, hak grevi, uyarı grevi, genel grev ve siyasi grev hakkı tanınsın.

Grev süresince işçinin ücreti patron tarafından ödensin.

İnsan onuruna yaraşır bir yaşam için iş güvencesi istiyoruz:

Haksız ve keyfi işten çıkarmalar yasaklansın.

Kıdem tazminatı ve diğer işçi alacakları öncelikli ve devlet güvencesinde olsun.

İşçilerin hak arayışını zorlaştıran arabuluculuk sistemi kaldırılsın.

15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ VE GÜNÜMÜZ

1970’teki 15-16 Haziran Direnişi’nin temelinde, iktidarın ve ana muhalefetin desteğiyle getirilen, işçilerin sendikal özgürlüklerini kısıtlayan yasa değişikliklerine karşı yükselen bir itiraz vardı. Bu girişime karşı başlatılan direniş, Türkiye işçi hareketi için bir dönüm noktası oldu.

Bugün ise baskılar biçim değiştirerek devam ediyor. Yakın dönemin çarpıcı örneklerinden biri, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası'nın “eşit işe eşit ücret” talebiyle başlattığı grevdir. Belediye Başkanı’nın grev kırıcılığına soyunmasının yanı sıra, sosyal medya aracılığıyla işçiler itibarsızlaştırıldı. “Tek adam rejimi CHP’li belediyelere saldırırken neden CHP’li bir belediyede grev oluyor?” gibi söylemlerle işçilerin hak arayışı hedef haline getirildi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZDOĞA şirketinde ise Türk-İş’e bağlı işçilere, ya ücret artışından vazgeçmeleri ya da 1030 kişinin işten çıkarılacağı bildirildi. Ekonomik gerekçelerle yapılan bu tehdit, işçi karşıtı liberal politikaların bir uzantısıdır. Sosyal demokrat kimliğiyle öne çıkan bir belediyenin, işçileri işsiz bırakması ve bu işlerin ileride taşerona devredilme ihtimali, sınıf mücadelesinin güncel boyutlarını göstermektedir.

MÜCADELE BİTMEDİ, BİTMEYECEK

İşçilerin uzun mücadelelerle elde ettiği haklar, bugün sistematik biçimde tırpanlanıyor. 15-16 Haziran Direnişi’nden bu yana geçen yarım asırda, askeri darbeler ve AKP iktidarının grev yasakları, işçi sınıfı üzerinde büyük bir baskı kurdu. Ancak direnişin ruhu hâlâ güncelliğini koruyor.

Bugün TBMM’ye sunulan yasa tasarısı, sıradan bir teklif değil. Meclis koridorlarında değil, üretim bantlarında, işçilerin alın teriyle yoğrularak hazırlanmış bir tasarıdır. Bu yüzden gerçek sahibi milletvekilleri değil, işçilerin kendisidir.

İşçi sınıfının mücadelesi dün olduğu gibi bugün de sürüyor.

Ve başarının sırrı yine aynı: Direnmek, örgütlenmek ve dayanışmak!